İşler hem yolunda gidiyordu hem de gittikçe sarpa sarıyordu. Böyle bir şey nasıl oluyordu, benim de aklım almıyordu. Tek bildiğim iki işte çalışıyordum, bir oyunun yapımıyla uğraşıyordum ve bu esnada bireysel olarak da bir hayatım olsun diye uğraşıyordum. Ama olmuyordu, işler de sanırım burada sarpa sarıyordu.
Ben de işleri düzeltmeye kalkıştım, büyük koltuğu yıkattım, evi temizlettim ve birkaç kitap satın aldım. Sonra kedim bozuldu, her yere işemeye ve sıçmaya başladı. Bunların yanında seçimin zaferi ve bayramın coşkusunun gölgesinde oyunumun bilet satışları azaldı ve buna paralel olarak çalışmakta olduğum iki işin artan stres yüküyle birlikte kitaplar ile varoluş meseleleri de rafa kalktı.
Tüm bunların birikip benliğimdeki sabır ve metaneti tüketmesi, kedim olacak Basri’nin kendisini yalnız bırakmama tepki olarak sistematik olarak işeyip sıçarak yeni yıkattığım koltuğu tuvalete çevirmesiyle birlikte küçük bir patlama yaşadım. Bir sabah işe gitmem gereken saatte işe gitmedim. Bunun yerine omzuma astığım çantayı yere bıraktım ve salona dönüp koltuğumu parçaladım.
Aslında bu kadar havalı bir şey de yapmadım, koltuğu olduğu gibi çıkarıp atabilseydim atardım. Üstelik tek başıma da parçalamadım. Hatta parçalamak benim fikrim bile değildi. Uzun süre evden çıkarmakla uğraştıktan sonra Servet’i arayıp yardım istedim ki, ilk etapta onun da aklında parçalamak yoktu. Servet ile koltuğu diktik, çapraz olarak eşikten geçirmeye çalıştık, o önde ben arkada, sonra tam tersi. Yatırıp ters çevirdik ve daha birçok açı ve açı potansiyelini değerlendirdik. Daha sonra o bana ağza alınmayacak küfürler etti ve basit birkaç vidayı sökerek kolayca taşıyabileceğimizi söyledi.
Fakat o vidaları sökecek alet edevat benim evimde mevcut değildi. Servet bana kendi evinde bunların olduğunu, arayıp hemen teyit edebileceğini söyledi. Ben ise bu koltuğu eşikten geçirebileceğimizi, bir açı daha gördüğümü söyledim. Servet üstü başı ter olmuş halde benim gördüğüm açıya küfür etti (Burada Servet’in ettiği küfürleri edepli biri olduğum için değil, son derece özgün bulduğum ve telife tabii olması gerektiğini düşündüğüm için paylaşmıyorum). Fakat ben gerçekten bir açı görüyordum ve bunu denemeden bırakmak istemiyordum. Servet’i sözle değil, eylemin içerisinde ikna etmek istedim ve tek başıma koltuğun altına girip tek ayağından havalandırıp yan çevirdim ve eşikten iki metre uzağa çektim. Sonra Servet’e dönüp baktım. Bir anda ne yapacağımı anlamış gibi gözleri parladı. İki ruh hastası gibi birbirimize beş saniye gülümseyip kafa salladık ve Servet koltuğun diğer ucuna gitti. Koltuğu bu sefer eşiğin karşısındaki bir buçuk metrelik boşluğun dibine kadar götürüp dikmiştik, sonra ben kapı tarafına gittim ve koltuğun üst tarafından çekerek bir kısmını eşikten geçirdim. Servet’e de devamlı altından kendi tarafına çekmesini söylüyordum. Koltuğun her 5 santimini eşikten geçirdiğimizde birbirimize saçma sapan bir coşkuyla “aynen” diye bağırıp motive oluyorduk. Fakat koltuğun Servet tarafındaki kolları eşikten geçmedi. Ne yaparsak yapalım orayı kurtaramıyorduk ve bir noktadan sonra benim gördüğüm açı götümde patlamıştı. Ben eşiğin dışında, Servet içindeydi. Aramızda koltuk olduğu halde yüzünü görüyor gibiydim.
Aramızdaki koltuğu eve geri sokup yüz yüze geldikten sonra Servet bana baktı, derin bir nefes alıp yüzündeki teri sildi, ardından nezaketle gülümseyerek evine gideceğini, çeşitli aletler alacağını ve bu koltuğun vidalarını çıkararak taşınabilir hale getireceğini söyledi. Bu cümlelerin her birinin arasına anlamlı esler vermişti. Beş dakika içerisinde aletleri alıp geri geldi.
Bu aletlerle yaklaşık 70 saniye içerisinde koltuğun alt kısmını söktük ve kolayca eşikten geçirdik, fakat kollarını tutan vidalar bir türlü açılmıyordu ve bir tarafı kesinlikle eşikten geçmiyordu. Koltuğu parçalama kısmı da tam bu noktada servetin binanın koridorunda zıplayarak indirdiği ayak darbesiyle başladı. Tahtalarını kırdı, süngerini parçaladı fakat sinir bozucu şekilde siktimin koltuğunun kolları bir türlü çıkmıyordu. Gövdeyle kolları birleştiren kumaş çok sertti (kaliteliydi ☹) ve bir türlü kopmuyordu. Servet bana dönüp makas istedi. Evde makas olmadığını söyledim, evime küfretti. Ben de gidip tırtıklı ekmek bıçağı getirdim. Tırtıklı ekmek bıçağına ve gizli özne olarak bana (ya da tam tersi) küfürler etti. Ben ise bunun mümkün olduğunu göstermek için kendi ellerimle koltuğun kollarını kestim ve gövdesinden ayırdım. Daha sonra tüm parçaları kolaylıkla çıkarıp çöp konteynırının yanına koyduk. Aslına bakarsanız dört paragraf önce kurduğum “koltuğu parçaladım” tümcesi de yanlış olmuş diyebiliriz. Bunun yerine koltuğumu atmaya karar verdim de diyebilirmişiz.
Her neyse, parkta oturup bir sigara içtik. Sonra geç kaldığımız işimize gücümüze dönmek için konteynırın yanından geçerken 3 yıllık evimin ve hayatımın en önemli parçası olan koltuktan geri kalanlara bakıp “iyi oldu” dedik. Gerçekten de iyi oldu, şimdi bu satırları yeni koltuğumdan yazıyorum. Bir bacağımda Basri’nin uyuklayan kafası, diğerinde de bilgisayarın yarısı var. Sonuç olarak işleri düzeltebildiğimi sanmıyorum, ama tüm bu deneyimler belki de bir şeyleri düzelmek istiyorsam bir şeylerden vazgeçmem gerektiğini öğretmiş olabilir? veya her deneyimden bir feyz almam gerekmiyordur ve aynı hataları yaparak sürekli yerimde saymak da gayet makul bir yaşam biçimidir? Kim bilir… ben bilmiyorum. Tek bildiğim şey, Basri bu koltuğa da tuvaletini yapmaya kalkarsa bu sefer koltuğu değil kendisini dışarı çıkaracağız. Üstelik şimdiden çok iyi bir açı görüyorum.