“Alo.”
“… buyrun…”
“İyi günler ben Semi Sigorta müşteri uzmanı Sinem Uyar. Aylin Karaca ile mi görüşüyorum?”
“Benim evet… buyrun.”
“Memnun oldum Aylin Hanım, öncelikle sizlere daha iyi hizmet verebilmek amacıyla görüşmelerimiz kaydedilmektedir. Nasılsınız, iyi misiniz?”
“Sağolun.”
“Aylin hanım, güvenliğiniz için öncelikle kimliğinizi doğrulamamız gerekiyor. Doğum yılınızı söyleyebilir misiniz lütfen?”
“Tabi… Eee… 1991.”
“Verdiğiniz bilginin doğruluğu için teşekkür ederim Aylin Hanım.”
Şimdi burada bir duralım. Yaklaşık on yıldır bu işi yapıyorum. Önceden bir varlık yönetim şirketinde çalışıyordum, sonra sigorta tarafına geçtim. Ama iş özünde hep aynı. Bütün gün telefonda birilerini bir şeylere ikna etmeye çalışıyorum. Şimdi bu ikna değneğinin biliyorsunuz iki boklu ucu var. Biri ödül, diğeri dayak. Şu an ödül tarafındayız. O yüzden nasıl olduğu kesinlikle umrumda olmayan Aylin Karaca, dünyanın en basit bilgisi olan kendi doğum tarihini bildiği için ona teşekkür ediyorum. Teşekkürler Aylin.
“Aylin Hanım, bireysel emeklilik sözleşmenizin iptali için bir başvuru yapmış olduğunuzu görüyorum. Eğer çok özel değilse sebebini öğrenebilir miyim?”
“Özel.”
Anlıyorum Aylin, evet çok havalısın. Ama sen hiç istekli olmasan da tatlı tatlı flörtleşmeye devam edeceğiz. Emin ol sana her duyguyu yaşatacağım Aylin; umut, korku, pişmanlık, suçluluk…
“Aylin Hanım, şu an bireysel emeklilik portföyünüzde çok cazip bir birikiminiz olduğunu görüyorum. Henüz sistemde on yılınızı doldurmadığınız için şu an çıkış yaptığınız taktirde devlet katkısı tarafında ciddi bir kesinti yaşayacaksınız.”
“Evet biliyorum.”
“Sözleşmenizde sadece iki yıl daha devam etmeniz halinde yüzde on olan devlet katkı…”
“Biliyorum evet, çıkmak istiyorum ben.”
Sorun değil, sözümün kesilmesine alışığım. Bu meslek insanın nefsini terbiye ediyor. Yunus Emre odun taşır, biz telefon açarız.
“Şimdi Aylin Hanım biliyorsunuz böyle bir dönemde birikim yapmak oldukça zor. Sizin şu an herhangi bir ek ödeme yapmanıza da gerek yok. Zaten halihazırda var olan birikiminiz fonlarımız aracılığıyla değerlendiriliyor.”
“Yok, teşekkür ederim.”
“Şimdi şöyle söyleyeyim, eğer acil bir nakit ihtiyacınız varsa bunu başka bir yerden temin etmeyi düşündünüz mü? Çünkü burada çok avantajlısınız.”
Düşündü tabii, herkes düşünür. Eğer gerçekten acil paraya ihtiyacın varsa -ki yalan söylüyor- ona ulaşabileceği çok yer var. Eşe, dosta, aileye, bankaya gitmedin mi Aylin? Gitmedin tabii. Çünkü mesele o değil. Genellikle mesele o değildir zaten. Muhtemelen amcasının hiperaktif oğlu bizim Aylin’i kriptonun daha kârlı olduğuna falan inandırmıştır.
“Düşündüm evet ben sözleşmemi sonlandırmak istiyorum.”
“Tamam, tabii ki isteğiniz doğrultusunda ödemeniz yapılır. Ancak dilerseniz böyle bir kararı vermeden önce bir iki gün daha düşünün…”
“Düşündüm sağolun.”
“Fonlarımızdan mı memnun değilsiniz? Dilerseniz değiştirebilirsiniz.”
Bizi hiç mi sevmedin Aylin? Senin için onca yaptıklarımızdan sonra…
“Yok, fon değil yani… Ondan değil.”
Neden o zaman Aylin? Bu ilişkiye bir şans daha vermeni engelleyen şey ne? Evet kripto seni heyecanlandırıyor olabilir ama ben güvenli bir limanım. Bunu başkasında bulamazsın.
“Aylin Hanım… Şimdi şöyle… Neden çıkmak istediğinizi söylerseniz size yardımcı olabilirim. Daha avantajlı bir yöntem bulabiliriz sizin için. Neden çıkmak istiyorsunuz
“Şey… … …”
“Dinliyorum, buyrun…”
“Sinem Hanım mıydı?”
“Evet.”
“Sinem Hanım… Ben… Bu parayı almak istiyorum…”
“Anlıyorum a…”
“Sinem Hanım…”
“Buyrun…”
“Ben intihar edeceğim.”
Siktir. Ne? Ne dedi o? HASSİKTİR! Şimdi ben buna… Ben buna ne… Hatırlamıyorum. O konuşma nasıl bitti, ben ne cevap verdim hatırlamıyorum. İki kulağımın arasından bir kurşun gibi geçti. Boğuk bir çınlama, ağır bir baş ağrısı. O gün başka müşteri… Ne başka müşterisi? Oturduğum yerde beton gibi kaldım. Biraz zaman geçmiş, ne kadar bilmiyorum, müdürler fark etmiş beni. Kaldırdılar. “Ne oldu, ne oldu, ne oldu, ne oldu…” Soru, soru, soru, soru, soru… Yeter dedim, yeter! İzin verdiler. Eve gittim. Kafamı yastığa gömdüm, uykudan ağır, bayılmadan hafif birkaç saat geçti.
Bakın ben bu telefonun ucunda çok şey duydum bu güne kadar. Ölüm döşeğindeki insanlardan borç tahsil ettim. Ama bunların hepsi, nasıl diyeyim, kaderdi. Yapacak bir şey yoktu yani. Hep kendimi ikna ettim, elimden bir şey gelmez, benim yapabileceğim bir şey yok dedim. Ama şimdi var. Olması lazım.
Hiç aklımdan çıkmayan bir sahne var. Tam dört yıl, on ay oldu. Çocukluğumun geçtiği eve son kez gittim. Babamı kefenin içinde gördüm. Üzerinde bir bıçak. Ağlayan akrabalar. O Allah’ın belası av tüfeğinin namlusu hala soğumamış sanki. Yine sorular, sorular, sorular, sorular… Bir derdi mi vardı, hiç anlayamadınız mı, hiç arayıp sormadınız mı, bu yaşına gelmiş adam niye böyle bir şey… Yok kardeşim! Yok teyzeciğim, amcacığım, yalandan kapıda dizilen orospu çocuğu kuzenler, yok! Bilemedik. Sormadık. Elimizden bir şey gelmedi.
Gecenin körü oldu. Bir damla uyku yok. Ne yaptın Aylin? Yapmadın değil mi bir şey? Yapmamışsındır. Daha paranı alacaksın, belki son günlerinde hayatta hep istediğin, ama içinde ukde kalan şeyleri yapacaksın. Yaşın genç, çocuğun falan da yoktur. Yarınlar yokmuşçasına yiyeceksin parayı. Güzel. Demek ki daha vaktim var. Çünkü paranın hesaba geçmesi en az yirmi iş günü.
Birine haber vereyim desem, kime vereceğim bilmiyorum. Eskiden alo intihar hattı varmış, kapanmış. Polisi, ambulansı arasam… Ne diyeceğim ki? Kendim çözmeliyim bu işi. Aslında Aylin’in tüm bilgileri şirkette var, ama ben göremiyorum. Kişisel verilerin Allah’ın belası kanunu. Olayı birine anlatsam belki iş çığırından çıkacak. Aylin, son günlerini emeklilik parasıyla kraliçeler gibi yaşama planını sonsuza kadar askıya alacak. Olmaz. Kendim bulacağım onu.
İnternete girdim. Elimdeki bilgiler ad, soyad ve doğum yılı. Sosyal medyada binlerce Aylin Karaca var. Ah be kızım, şöyle daha az rastlanan bir ismin olsaydı be. Birkaç tanesine takip isteği attım ama belli ki böyle olmayacak. Bir telefon numarası lazım bana ya da bir adres. Bir yakını da olur. Bütün gece boşa kürek çektim. Sonra aklıma bir fikir geldi.
Ertesi gün IT departmanına gittim hemen. Volkan diye bir çocuk var orada. Tam bir bilgisayarcı, böyle gözlüklü, keçi sakallı, yapay zekayla üretilmiş gibi bir oğlan. Tabii ki kadın görünce eli ayağına dolaşıyor. Tek ayak üstünde binbir yalan sıktım Volkan’a. Başta biraz direndi ama biliyorsunuz, benim işim ikna. Aylin’in telefonunu aldım, bir de ev adresini.
Akşam birkaç kez aradım telefonu, açmadı. Açılmayan bir telefon, insanın aklına kötü kötü şeyler getirir, hele ki böyle bir durumda. Yine uykusuz bir gece. Sabahın ilk ışıkları, aynaya baktım, gözlerimin altı torba. Zorla birkaç saat uyuttum kendimi. Kalkınca hafif bir makyaj. İntihar edecek kadının evine ceset gibi gidilmez. Günlerden pazar. Atladım arabaya, adresi Google’a girdim. Yarım saatlik bir yolculuğun sonunda apartmanın önündeyim.
Güzel bir semt, sokaklar yeşil, evler sessiz. Kentsel dönüşümün ilk zamanlarında yapılmış yenice bir bina. Zile baktım, evet, adı yazıyor! Çok iyi gidiyorum. Bastım. Kısa bir bekleyiş. “Kim o” falan olmadan tiz bir dızzzzzt sesi. Asansörle dördüncü kata çıktım. Daire kapısı aralık. Tanıdık bir koku geliyor, çok tanıdık. Hafif kapıyı aralayıp başımı içeri doğru uzattım. Çok yavaş ve sakin bir şekilde kapıyı tıklatım. Tık, tık, tık…
“İçeri bırak Hüseyin Abi.”
Evet o ses. Aynısı.
Bekledim. Kafamda birkaç giriş cümlesi kurmuştum ama sesim çıkmadı. Hafif aralık mutfak kapısının buzlu camında onun karartısını gördüm. Beklediği kişi olmadığımı anlaması çok uzun sürmedi. Geldi. Tabii ki garip bir şekilde bana bakmaya başladı. Biliyorum Aylin, Azrail’i bekliyordun ama yetiştim. Ondan önce geldim.
“Buyrun?”
Nasıl? İçeri mi buyurayım? Anlamadım. Eyvah. Kötü gidiyorum.
“Kime bakmıştınız?”
Tamam toparlayabilirim.
“Ben… Aylin Karaca’ya…”
“Benim buyrun?”
“Aylin Hanım. Biz sizinle… Görüştük… Yani şeyde… Eee… Telefonda… Sinem ben, Sinem Uyar… Semi Sigorta.”
Bakışları değişti. Evet galiba yakalıyorum onu.
“Yani… Helal olsun Sinem Hanım. Ev ziyareti falan. Aggressive marketing mi bu?”
“Yok Aylin.”
Niye bir anda senli benli oldum Allah kahretsin.
“Bir beş dakika konuşsak? Lütfen.”
Suratında dev bir “satıcı ve pazarlamacı giremez” levhası parladı sanki. Biraz bocaladı, sonra yumuşadı.
“E tamam… Konuşalım… Madem gelmişsiniz buraya kadar.”
Kaldık kapının ağızında. Birbirimizin suratına bakıyoruz bön bön.
“Ee şey… Buyrun… İçeri gelin.”
Aylin’i mutfağa doğru takip ettim. Genişçe, sade bir mutfak. Her evde olan İkea masalardan var. Tezgahta soğan doğramış.
“Kahve içer misiniz?”
“Ooooluuur… Sade.”
Allah belamı versin niye öyle dedim? Kafama sıçayım.
Gitti elektrikli makineyi doldurmaya başladı. İki tane de şık fincan çıkardı. Artık daha fazla patinaj çekmeden konuya girmem lazım. Net. Çok net.
“Aylin… Konuşalım… Bazen insan sadece konuşacak birini arıyor. Bazı şeyler var ki… Biliyorsun, dönüşü olmayan şeyler var. Gençsin daha. Ailen, annen, baban… Ya kimsen olmasa bile ben… Yani artık tanıştık bir şekilde. Arkadaş oluruz. Çok üzülürüm, herkes çok üzülür…”
Kahve makinesini yuvasına yerleştirdi. Döndü bana saçma sapan bakmaya başladı
“Yaşamak gerçekten güzel Aylin. Tamam zorluğu var mı, var. Ama bir döngü bu. İnan bana. Güzel günler de gelecek. Mutlaka gelecek.”
Hala anlamsız anlamsız suratıma bakıyor. Sonra kafasında bir ampül yanar gibi oldu. O ciddi tavrı bir anda buharlaştı.
“Hassiktir… Ben sana… Ben sana intihar edeceğim dedim dimi?”
Bangır bungur bir kahkaha atmaya başladı. Katıla katıla. Ne oluyor?
“Ya ben… Hahahaha… Ben sana yalan söyledim.”
Ne?
NE? NE?
Kahkahası eridi bitti. Karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
“Adın ne canım senin? Gerçek adın?”
Nerden biliyor be?
“Şey… Derya. Adım Derya.”
Burada afallama sürelerini ben kontrol ederim edasıyla aramızdaki gizem perdesini kaldırdı.
“Derya’cığım ben bankacıyım. Yani bankacıydım, bırakmadan önce. Call center çalışanlarını biliyorum, müşteriye gerçek isim verilmiyor güvenlik sebebiyle.”
Call center çalışanı mı? Ben müşteri uzmanıyım Aylin, haberin olsun, vardır zaten her boku bildiğine göre. He ama şunu da bil, bu şımarıklığının hesabını vermeden bu masadan kalkmayacağız.
“Niye peki? Neden böyle bir şaka yaptın ki? Komik falan mı ol…”
“Yok yok yok… Derya’cığım şaka yapmadım ben. Yalan söyledim.”
Tamam bir dakika. Ya karşımda birinci sınıf bir deli var ya da gerçekten iğrenç bir şamatanın içine düştüm.
“Neden yalan söyledin o zaman? Keyif mi alıyorsun?”
“Başka türlü peşimi bırakacak mıydın Derya’cığım? Bak iyisin. Hakikaten, biliyorsun bu işi. Gerçekten satışçı kumaşı var sende. Ama bu da benim taktiğim. İşe de yarıyor. İki yıl taahhüt yapmaya çalışan telekomculara ‘kanserim, üç aylık ömrüm kaldı’ diyorum. Konu kapanıyor. Spor salonuna üye yapmaya çalıştıklarında ‘belden aşağı felçliyim’ diyorum. Hemen özür diliyorlar.”
Yine lakayt bir gülüş ekledi cümlesinin sonuna. Deli değil bu. Kesinlikle değil. Başka bir şey.
“Aylin affedersin de… Ayıp değil mi bu yaptığın? ”
“Niye ayıp olsun Derya’cığım? Sen de yalancısın.”
Diiiiiiiiiiiiiiiiiit! Diiiiiiiiiiiiiiiiit!
Kahve makinesinin sesi, bir boks maçının başlama zili gibi çaldı.
“Görüşmelerimiz gerçekten bana daha iyi hizmet vermek için mi kaydediliyor? Yalan. Hadi bu tamam, bu formalite yalan, mecbursun bunu söylemeye. ‘İki yıl sonra devlet katkısı alacaksın’ dedin, sanki havadan para atıyorlar gibi. Devede kulak bir şey, üstüne bin türlü de kesinti oluyor. Yalan.”
Her şey çok normalmiş gibi kalkıp kahveleri doldurmaya başladı.
“Hadi bak bunları geçelim. Ben de çok yaptım. Hiç ihtiyacı olmayan insanlara kredi sattım. Yalan söyledim, inandırdım. Bu değil mesele.”
Allah’ın belası fincanı önüme ittirdi. Ben de aptal gibi gittim bir yudum aldım
“Konuşmanın başına dönelim. Bana ne dedin? ‘Nasılsınız Aylin hanım’ yalan. Umrunda mı nasıl olduğum? Peki daha da başa dönelim, ilk cümleye. Adın neydi? Sinem Uyar. Bak… O bile yalan.”
Kahvesinin köpüğünü höpürtüyle emdi.
“Sen bana Derya’cığım, onlarca yalan söyledin. Kurşununu sıktın, sıktın, sıktın isabet etmedi. Ben sana bir tane yalan söyledim. Çat. Alnının ortasından vurdum. Şartları sen belirledin. Aynı silahı kullandığımız için bana kızamasın. Değil mi?”
Ayarlarımı bozmaya başladı bu kadın. Dibi gelmiş aptal saçlarını yolacağım şimdi.
“Sen kendini kim sanıyorsun?”
Hayır bir dakika. Bunu ben değil o dedi. Benim demem lazımdı bunu. Asıl sen kendini kim sanıyorsun!
“Hı? Nesin sen?”
Neyim ben? Gözlerim yaşarmaya başladı. Soğandan. Vallahi sinirden değil. Soğanı nasıl parça pinçik ettiyse orospu.
“Sen Derya mısın? Yoksa bilmemne sigortadaki falan filan hanım mısın? Bak yanlış anlama, ben bunu kendime de sordum, çok sordum. Biz nihayetinde satışçıyız Derya, bu işin temeli yalandır. İkna dediğin şey zaten yalandır.”
Yine kahvesini höpürdetti. Sinirimi bozuyor bu hareket. Zaten uykusuzluktan kapanan gözlerim seğirmeye başladı.
“Ama Derya’cığım, yalan öyle tertemiz bir kabın içinde kendi halinde durmaz. Yayılır. Gerçeği yavaş yavaş zehirlemeye başlar. İki ayrı sen birbirine karışır. O yüzden senin kim olduğunun pek bir önemi yok. Sen her ikisisin. Yalansın.”
Beni avucuna almasına izin veremem. Hayır.
“Ne diyorsun sen be?”
Sesim düşündüğümden yüksek çıktı. Olsun.
“Ne ya bu havalar? Hayatın sırrını falan mı çözdün? Ne ulan bu mentör tripleri? Böyle bir kırmızı hap şekillerine girmişsin? Planladın mı bunu? Beni sen mi getirttin buraya? Ne biçim bir manyaksın lan sen?”
Elim, kolum zangır zangır titriyor. Kahveyi devirdim. Oralı olmadı. Vahşi köpek gibi gözlerime kitlendi. Onun da sesi titremeye başladı.
“Bak işte sen de istiyorsun. Benim gibisin. Hayatında gerçek bir şey olsun istiyorsun. Bir tane şey, tek bir tane! Benim gerçekten intihar edecek olmamı istiyorsun. Değil mi? Öyle değil mi?”
Öyle! Allah’ın belası orospu, öyle! Fırladım.
“İnsanlık yaptım aşağılık orospu çocuğu seni! İnandım evet. Kafama sıçayım. Uykusuz kaldım. Bayıldım. Kaç gece hem de! Gittim adresini buldum. Ağladım lan senin için! Kaç sene sonra biliyor musun?”
İkimiz de ayaktayız. Masaya inen bir yumruk. Benden mi, ondan mı? Artık önemi yok. Sadece kırılan fincanın parçaları var etrafta. Ben ona bağırıyorum, o bana bağırıyor.
“Niye kaç sene sonra? Çünkü senin de gerçeğin öldü Derya! Azıcık insanlık kırıntısı kalmış içinde, tesadüfen buldum çıkarttım onu. Hiç niyetim yoktu. Nereden tanıyayım bileyim seni? Denk geldi lan işte!”
“Yalancısın lan orospu karı!”
“Yalancıyım ulan! Sen de yalancısın!”
“Orospu seni! Yalancı orospu!”
Bir tokat.
“Sensin lan yalancı orospu!”
Bir itme. Devrilen bir sandalye gibi bir şey.
“Yalan! Yalan! İntihar edecektin sen! Yalan söylüyorsun orospu!”
“Ne intihar edeceğim be! Canım cennette sikim amcıkta! Sen git intihar et! Kabul ettim lan ben! Gerçeğin anası sikildi! Kabul ettim lan ben bunu! Saldım ulan! Niye intihar edeyim!”
“Yalan! Edecektin! Telefonda doğru söyledin! Şimdi yalan söylüyorsun! Yalancı bir orospu olduğun için yalan söylüyorsun!”
“Hayır be! Sen gerçek olmasını istiyorsun! Kalmadı çünkü, ne bir ilişkin, ne bir duygun, ne bir cümlen… Gerçek olan hiçbir bokun kalmadı. Kim bilir kaç zaman sonra ilk kez gerçek bişey hissettin, o da yalandı! Anladın mı? Geri zekalı! O da yalandı işte! Kabulleneceksin! Eşşşek gibi sike sike kabulleneceksin!”
Duvarda kırılan bir bardak.
“Ne biliyorsun sen benim hayatımı? Ne yaşadığımı ne biliyorsun!”
“Biliyorum be! Aynı bokun lacivertisin!”
“Yalancı orospu! Doğruyu söyle lan! İntihar edeceğim de!”
“Etmeyeceğim!”
“Edeceksin! İntihar edeceksin!”
“Aaaaa etmeyeceğim be! Yalan ulan yalan! Kendine istediğin gibi bir gerçek yaratmaya çalışıyorsun! Zavallı! Bitti be bitti! Yok artık! Güveneceğin hiçbir şey kalmadı! Tutunacağın bir sik kalmadı! Herkes terk etmedi mi seni! Yalan olduğun için! Beni de ettiler! Seni de ettiler! Bu dünya bu lan işte! Gerçek yok artık orospu karı!”
“Asıl sen yoksun artık orospu çocuğu!”
Hayır. İnanmıyorum. Gerçekten inanmıyorum. İntihar edeceksin Aylin. Şimdi intihar edeceksin! Göğsümden sertçe bir itiş. Sendeledim ama ayaktayım. Niye? Elimde bıçak var. Soğan parçaları var üzerinde, kokuyor. Gerçek bu. Hayır, gerçek. Karşımda bir şeyler söylüyor. Duymuyorum. Bütün gücümle elimi savurdum ileri. Dip dibeyiz. Nasıl bu kadar kolay olur? İnsan eti bu kadar yumuşak mı? Elim hala bıçağın sapında. Süzülerek yere indi. Sırt üstü. Hiç filmlerdeki gibi değil. Güzel. Demek ki gerçek. Soğandan daha keskin bir koku. Bıraktım onu. Ayağı ve kolu titriyor. Biraz sonra durdu. Sağ elini aldım, bıçağın sapını tutturdum ona. Yerde, gözleri açık. İntihar ettin Aylin. Vahşice bir harakiri yaptın. Sorunların vardı. Baş edemedin. Telefon kayıtlarında da intihar edeceğini söyledin ve ettin işte. Önce sinir krizi geçirdin, fincanları parçaladın, sonra da bıçağı kendine sapladın. İşte bu, işte gerçek bu.
Kapıdan çıktım. Arabaya doğru yürüyorum. Sonra bir an… Kahveyi… O elektrikli aleti… Sol eliyle tutmuştu. Evet. Gördüm evet sol eliydi. Ama olsun. Artık pek bir önemi yok. Hiç kimse için önemi yok. Bunu sen söyledin Aylin. Bak gördün mü? Kabulleniyorum.