Çok ağaçlı, depremde asla yıkılmayacak kadar esnek müstakil evlerin olduğu bir mahallede büyüdüm. Henüz beton hayatımıza girmemişti. En azından mahallemize. Ben kışları kar yağdığında pencereden bakar, iki sokak ötede, bana o zaman için çooook uzak gelen eve bakıp anneme orası Ankara mı diye sorardım. Dünyam o mahalle kadardı.
Bu cümleyi kim hangi koşullarda söyledi hiç hatırlamıyorum. Belki ben belki kuzenim belki yakın komşum… Cümle kulaklarımda ama.
“Benim babam senin babanı döver!”
Oyun Atölyesi’nin kafeterya kısmında oturmuş bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Kulağımda kulaklık vardı. Bir çift vardı yan masamda. Daha doğrusu konuşmalarını dinleyince eski bir çift olduklarını anlayacağım otuzlarında bir kadın ve bir erkek. Kadının ağlayarak konuştuğunu görünce kulaklığıma (çaktırmadan) çift tıklayarak sessize aldım müziği. Duyabiliyordum konuşmalarını.
KADIN : Keşke dedim kırsaymışım duvarlarımı. O kadar korkuyordum ki…Açsaymışım daha çok kendimi. Çok çabaladın biliyorum. Ama korkuyordum. Dedemin gidişi gibi. Anlatırdım sana hep. Çok severdi. Çok. Ne istesem yapardı. Sonra gitti. Acaba diyorum… Sen de gideceksin diye mi açamadım kendimi.
ADAM : Böyle daha mı iyi oldu?
Berlin’de başıboş yürüyorum. İnsanın bence Berlin’den öğreneceği en önemli şey başıboşluktur. Çok şehir gezdim diyemem ama yuronun 2 lira olduğu zamanlarda hakkını verdim. Gezdiğim onca şehir arasında Berlin’de kaybolduğum kadar hiç bir yerde kaybolmadım. Neyse Mitte’nin arka sokaklarında kaybolmuş yürüyordum. Bir kadın gördüm. Tadilat halinde bir dükkanın ön duvarını yıkmaya çalışıyordu. Elinde dev bir elektrikli hilti duvarı aşağıya indiriyordu yanında da bir adam durmuş onu izliyordu. Merkel Şansölye, bir Alman kadını bir duvar yıkıyor ve kaybolmuş bir Türk erkek hayretle onu izliyor. O an içimden “bu ülkeyi bir kadının yönetmesi tesadüf değil” dediğimi hatırlıyorum.
Yıllar geçti mahalle büyüdü, kentsel dönüşüme girdi. Betonlaştı biraz mahalle. Bazı babaları kaybettik, benimki çok şükür hayatta. Oğlan çocuklar babalarının yerini aldı. Ben babamı hiç kavga ederken görmedim. Annem anlatmıştı bir tanesini sadece. Ama kavganın anlamı da değişti artık. Bizim mahallede olmasa da başka mahallelerde babalar kavga dövüş içinde. Gücü yeten diğerini aşağıya indirmeye çalışıyor, susturuyor, hapse atıyor daha neleri… Döven babaların çocukları, dayak yiyen babaların çocuklarına “benim babam seni babanı dövüyor” bile diyemiyor. Çünkü artık hepsi başka okullara gidiyorlar, başka mahallelerde yaşıyorlar.
Ben konuşmaları dinlediğim için utanmalı mıyım diye düşünüyorum. Bir nevi röntgencilik değil mi bu yaptığım diye içimden geçiriyorum. Sonra, “mesleğin bu oğlum senin” diyorum. Nasıl olsa isimlerini vermeyeceksin, görüntü yok, ses yok KVKK kapsamına girmez. “Bu hikayede geçen olaylar ve şahıslar hayal ürünüdür” der geçersin. Kim ne diyecek?
ADAM : Bir yerde okumuştum. İnsan hayatı iki kavramın arasında gidip gelen bir sarkaç gibi diyor. Ya arzuladığını elde etmek için acı çekersin ya da arzuladığını elde ettiğinde sıkılırsın. İnsan bu iki duygu arasında gider gelir. O yüzden artık üzülmüyorum. Sen de üzülme. Üzülmek artık zamanın ruhuna aykırı. Etrafına baksana. Çocuklar götleriyle gülüyor üzülen insanlara.
KADIN : Şey gibi mi… Rocky vardı. Acı yok Rocky diye bağırırdı koçu. Acı Yok.
Merkel artık Şansölye değil. Şansölye fonetik olarak çok havalı bir kelime. Başbakan işte. Ama havalı oluyor Şansölye deyince. Benim kaybolmuşluğum da son buldu. Bir sabah Kreuzberg’te yürürken kaldırımda Birol Ünel’i gördüm. Saat henüz sabahın 10’uydu. Kaldırıma çökmüş boş gözlerle etrafı izliyordu. Daha da kaybolursam kaldırımları mesken tutmaktan korktum. Akşam annem aradı. Özer rüyamda kaybolmuştun hepimiz seni arıyorduk dedi. Buradayım anne dedim geliyorum merak etmeyin.
Döven babaların çocukları, dayak yiyen babaların çocuklarına “benim babam seni babanı dövüyor” bile diyemiyor. Çünkü artık hepsi başka okullara gidiyorlar, başka mahallelerde yaşıyorlar. İşin daha da ilginci dikkatli baktığınızda babası dayak yemiş çocukla babası dayak atmış çocuğu ayırt edebilirsiniz. Belli ederler kendilerini. Bir de babası hiç kavgaya karışmamışlar vardır. Benim gibi. Berlin’de, New York’ta, Paris’te, İzmir’de bi sokak arasında kaybolmuş gezerken karşınıza çıkabilirler.
ADAM : Arama beni bir daha. Mevlana tekkesi değilim ben. Çıkıp çıkıp gelemezsin kafana göre. Kocaman kadın oldun, al sorumluluğunu. Vicdanın rahat etsin tamam, iyiyim ben. Acımadı. Ayaktayım. Sorun yok. Yaşa ne yaşıyorsan. Akşam sevişirken aklına gelmeyeyim yani. Biliyorum geliyorum. Yapma öyle.
Bitti konuşma bir yerde. Kadın kalktı gitmek istedi. Adam biraz daha oturacağım dedi. Kadın gittikten sonra saldı kendini adam. Boşaldı bütün sinirleri, ağlamaya başladı. Toparladı sonra. Dayağını yemiş, kaldırıma çökmüş, boş gözlerle etrafını izlemeye başlamıştı.