bazı tanışıklıklar kabustur, dedim kendi kendime. daha korkunç bir şey düşündüm sonra.
doktor fahri atabey caddesi’ni boylu boyunca yürürken, bu alelade tanışıklıkların, üzerimdeki karanlık yansımalarını farkettim. yokuş gittikçe dikleşiyordu doktor fahri atabey caddesi’nde ve ben çok terleyen biri olmasam daha çok yürürdüm, diye geçirdim içimden. -ellerim cebimdeyken-
saatlerce yürüyüp, saatlerce koşup, saatlerce yüzebilirim. bileğimi sıkıp saran çoraplar giydiğimden yahut çorap, gün boyu ayaklarıma haddinden çok nüfuz ettiğinden, uyluk kemiğimin ağrısı beni deliye çevirmese keşke.
hiç unutmam. bir keresinde kardeşim: bacaklarımızdaki kan dolaşımı diğer insanlar gibi değil, o yüzden ağrıyor, dediydi. genetikmiş… aaa, sende mi böylesin, dedim birader? farklı olmak hoşuma gitmişti. bizi ötekileştirmiştim. uygun zaman değil, biliyorum ama, dedim. peki, göğsümdeki ağrı? onun nedeni nedir? niçin sürekli göğsümde bir ağrıyla yürüyorum bu caddeyi ve sokakları. genetik mi? biliyor musun? kardeşimin göğsü ağrımıyordu. ağrımasındı da. fakat merak ediyordum. merakım göğsümü yarıp, içindeki ağrıyı sorgulayacak kadar büyüktü. göğsümdeki ağrı ne zamandır vardı? buraya nasıl yerleşti?
o çok kudretli sultanın ızdırabı gibi yerleşmişti gerdanıma göğsümdeki ağrı. onsuz ben, ben değildim belliki. bazı vakitler ağrımasa, ağrıtacak şeyler bulurdum. tıpkı tanışıklığım olan o bazı insanlar gibi. bazı tanışıklıklar kabustur…
beni kendi karanlığıyla tesiri altına alan insanlar, kafalarında beni evirip çeviren insanlar, hakkımda istediklerini düşünüp, yargılayan insanlar gibi acıtıyordu canımı göğsümdeki ağrım.
-personalarım beni yalnız bırakmayın-
doktor fahri atabey caddesi’ni bitirmiş, zeynep kamil’e ulaşmışken bi bronz madalyanızı alırım, diye söylendim içimden. -bi bardak su da kafi-
benim için üsküdar’ın zirvesi burasıydı. burdan aşağı gerisin geriye kendimi bırakabilir yahut nuh kuyusu caddesi istikametine yürüyüp, karacaahmet mezarlığı’nın içinden çiçekçi’ye kıvrılabilirdim ancak içim sessizlik istedi.
sessizlik, ekseriyetle, bazı tanışıklığım olan insanlardan daha fazla şey öğretiyordu.
sık sık mezarlık yürüyüşleri tertip etmemin başlıca sebebi de buydu galiba. sessizlik… yorgun kavak ağaçların gıcırtısı altında, kargaların uzayıp kısalan müthiş gürültüsü eşliğinde mezar taşları okumak, sanılanın aksine ömrümü uzatıyordu adeta. bu sonsuz istirahat hali kocaman bir karanlık olmasa, gemilerin iskelede gerilen halatları gibi gıcırdar mıydı korkum?
bazı tanışıklıklar gibi, bazı düşünceler de kabustur, dedim, kendi kendime. daha korkunç bir şey düşündüm sonra…