Bizim Orhan abi garip adamdı vesselam. Yıllar önce kereste fabrikasından atılınca, ilk kez ayak bastığım inşaat işi sayesinde tanımıştım onu. Koca bir apartman yapıyorduk İstanbul’un en kral manzaralı tepesinin birine. Bütün gün tuğla taşı, kum dök, moloz boşalt uğraşıyordum, yoruluyordum ama inşaatın tepesinde bir sigara yakınca yorgunluğum durulmuyor değildi ne yalan söyleyeyim. Hiç denizi öyle yukarıdan görmemiştim daha önce. Böyle manzarayı da görünce işi gücü bırakıp, karşıki bakkaldan iki bira kapıp şuracıkta kestireyim dediğim çok oluyordu ama ne yaparsın ekmek parası, bira değil ki…
Orhan abinin daha o zamanlardan yaşı vardı bir hayli. Yani vardı dediğim, biz körpecik oğlanlar, o kırka merdiven dayamış… Ama bizden iyi çalışırdı orası da ayrı. ‘’Kol alıştı,’’ derdi, ‘’Ben demeden yapıyor her şeyi.’’ O zamanlar anlamazdım da şimdi ömrümün yarısı inşaatlarda geçince anladım bizim Orhan abinin kendisi demeden her şeyi yapan kolunu. Kol kol değil ki, yani kol da o kadar zaman çalıştıktan sonra sanki kafan değil, o işletiyor bünyeyi. Şimdi böyle tabii, ilk kez çalışınca inşaatlarda önce ellerin başlıyor değişmeye, sonra kollar bacaklar derken, bir bakmışsın kafa uçup gitmiş güneşin altında durmaktan, günler nasıl geçiyor anlamamışsın bile. İşte geçen gün yine öyle tepeye kum çekerken bunları düşündüm de Orhan abi geldi aklıma. Dedim bizim Orhan abi garip adamdı vesselam. Paydos sesini duyunca oturdum bir sigara yaktım hemen. Yorgun başımı Orhan abinin güneşten kararmış omzuna yasladım.
Ben o zamanlar halim selim bir delikanlıyım tabii. Para yok, kadın evde bekler, daha yeni atılmışım inşaatlara sesim soluğum çıkmaz. Bir dert var kafamda o da para. Gerisi fasa fiso… Orhan abiyi ilk kez görmüşüm o sabah. Üstünde işçi tulumu, kafada kalan saçlar beyazlamış, elinde kılıfından çıkarılmamış bir takım elbise… Herkesle iyi arası, yıllardır bu işte belli, tanımadığı adam kalmamış koca şehirde. Ona selam buna selam derken, geldi yanıma oturdu bu deli adam. Çıkardı cebinden sigarasını bana uzattı, aldım bir tane. O da aldı. Yaktık birlikte sigaraları. ‘’İsmin ne?’’ dedi. ‘’Hasan, abi,’’ dedim. Güldü. ‘’Hasan,’’ dedi. ‘’Sen yenisin belli, bir tavsiye vereyim sana, buralarda götü kollayacan, kollayacan ki yarına sağlam çıkasın.’’ Ne diyeceğimi bilemediğimden ‘’İnşallah abi,’’ dedim, ayaklarım yerde iki büklüm, ellerim ceplerimde, sigara hala yanıyor, ben Orhan abinin gözlere kilitlenmişim, heyecanlıyım, sabah ama yazın ortasındayız, güneş tepedeymişçesine yakıyor, surat kan ter içinde, çelimsiz bir kara oğlan. Beni öyle görünce güldü adam tabii. Hiçbir şey demeden aldı takım elbisesini koluna gitti. O gidince duruldum. İçimden dedim böyle bir adamın takım elbiseyle ne işi olur. İçtiği sigara samsun, kolunda takım elbise, hem yeni de belli, hiç çıkmamış kılıfından. Başkasınındır dedim. Patronundur belki. Ben yüzünü görmemiş olsam da adam yıllardır buralarda, dostudur belki dedim, vermiştir iki günlüğüne emanete. Hem o gün gördüm ki adam ayırmıyor takım elbiseyi yanından. Dedim kesin patronun yanından ayırmadığına göre… Ama iş öyle değilmiş meğer. Günler geçtikçe benim kafa molozlardan temizlendi bir güzel. Adam her gün elinde takım elbiseyle geliyor, elinde takım elbiseyle gidiyor. Ulan dedim en son, ne acayip adam bu! Görmemişin oğlu olmuş, tutmuş şeyini koparmış. Ama bir yandan da emin değilim hala, ya işin içinde bir bit yeniği varsa diye geçirip duruyorum kafamdan. İşin tuhaf yanı da bu ya, kimse bilmiyor Orhan abinin elinde niye takım elbiseyle dolandığını. Birkaç ay önce işe alınan elemana sorduğumda öğrenmiştim bunu da. ‘’Söylemezmiş abi kimseye. Kaç defa sormuşlar yok, tek laf etmemiş vallahi. En son gına gelmiş adama, çocuğun biri yine sorunca basmış dayağı, bir daha da hiç lafı geçmemiş. Yıllardır gelip gidiyormuş adam böyle elinde takım elbisesiyle, üstünde hiç gören olmamış,’’ demişti elemanın biri.
Bizim Orhan abi bir efsaneymiş meğer. Tanımadığı adam yokmuş, yokmuş da kimseler de bilmiyormuş niye yıllardır elinde bir takım elbiseyle dolaşıyor. Deli desen değil, adama ne gözle bakacaklarını bilmiyorlarmış. Ama Orhan abinin umurunda değildi tüm konuşulanlar belli ki. Adam kendi halinde her gün götü kollaya kollaya yaşayıp gidiyordu zannımca. Ben de günler geçtikçe alıştım diğerleri gibi. Merakın üzerine kumlar, tuğlalar, sıcak, iş güç eklenince pek yeşermiyor doğrusu. Öğlen ne yediğini unutuyorsun, paydosu bekliyorsun, molada birkaç sigara tüttürüyorsun derken gün bitmiş oluyor. Günün sonunda kimsin nesin onu bile unutuyorsun bu işte. Ama bir gün işlerin seyri değişti. Her şey sigara paketini inşaatın tepesinde unutmamla oldu. Paydos verilmiş, benim kafa yorgunluktan geberiyor. İndim aşağı bir güzel, elimi yüzümü yıkadım soğuk suyla, eve dönüyorum. Herkesler dağılmış. Yokuştan aşağı sarkılırken bir sigara yakayım dedim bir baktım cebimde paket yok. Yeni almışım paketi, yeni almasam hayatta dönmem ama dedim kalmasın oralarda, fazla da uzaklaşmamışken gidip alayım. Hava da iyicene kararmış tüm bunlar olana kadar. Çıktım bir güzel tepeye, sigara arıyorum. Ama paket yerine yaz akşamının o ince karanlığında Orhan abinin iki gözünü gördüm parıldayan, ağzında sigara bana bakıyor sırıtarak, dumanlar bir oradan bir buradan kayıyor çökmüş yanaklarından. ‘’Abi,’’ dedim, ‘’Paketi unutmuşum da almaya geldim.’’ ‘’Götü kollayayım derken paketi mi unuttun len?’’ dedi gülerek. Bacakları aşağı sarkıtmış, yanında siyah bir torba, elinde bira şişesi, ağzında sigara, oturuyor tepede. ‘’Gel gel,’’ dedi, ‘’Kaynanan seviyormuş.’’ Ben evden beklerler diyemeden açtı bana da bir şişe bira. ‘’Otur len otur, bu manzara bırakılır mı?’’ dedi, tuttu kolumdan oturtturdu yanına. ‘’Bir paket sigara buldum diye sevinirken sahibi çıktı iyi mi? Bendeki talihe içelim be Hasan!’’ dedi, bastı kahkahayı.
İlk yudumu böyle içtim. Sonraki yudumlar nasıl gitti hatırlamıyorum. İçmeye başladı mı insan, cesaret basar en kılıbık adamına bile. İş güç, para, sıkıntı, yorgunluk, kader derken ben konuştum Orhan abi dinledi. O sustukça ben konuştum, sustukça konuştum derken, akşamın bir saatinde kısa bir sessizlik çöktü ortama. Bendeki hayat da bu kadar işte, konuş konuş bir yere kadar, bir süre sonra bitiyor, hep aynı şeyleri yaşıyoruz en nihayetinde. O sessizlikten istifade, benim içkinin de etkisiyle gevşeyen kafamdan o soru çıkıverdi birden bire. ‘’Abi,’’ dedim, ‘’Sen neden yanında hep takım elbiseyle dolaşıyorsun? İlk günden beri soracam soracam, bir türlü soramadım korkumdan.’’ Ben sessizliği öyle çaresiz, çocuksu bir merakla sorduğum soruyla bozunca bir kahkaha daha attı Orhan abi. ‘’Ver bakayım şuradan bir sigara daha.’’ Paketten bir sigara daha çıkarıp Orhan abiye verdim. Önce sigarayı yaktı. Derin bir nefes çekti. Durdu. Bana baktı. Bir rüzgâr esti. Gülümsedi. ‘’Bir beş yıl oluyor bununla karşılaşalı. Bir gün kahvede oturuyorum, dışarıda. Önümden bir adam geçti. Böyle boyu posu yerinde, dimdik yürüyor. Üzerinde takım elbise, elinde de nah işte bu,’’ dedi, arkasında duran, kılıfından çıkarılmamış takım elbiseyi göstererek. Sonra devam etti. ‘’Baktım. İçimden dedim ki, oğlum Orhan bir kendine bak, bir de şu herife. Ne zaman şöyle kıyak bir takım elbise giydin üzerine? Geçti gitti adam. Ben dışarıda elimde çay bardağı oturuyorum hala. Paydos vermişiz yeni, üstüm başım perişan. Bana bak Hasan, ben tesadüflere inanmam. Bir şeyin olacağı varsa olur. O gün de oldu işte. Herif elinde telefon yine geliyor karşıdan alelacele. Aha diğer elinde gene bu! Ama bu sefer bana doğru geliyor, bana bakıyor, ulan diyorum içimden üstümde başımda bir şey mi var ki bana bakıyor bu dümbük. Herif resmen bana doğru geliyor. İyice yaklaşınca şöyle oturduğum masaya doğru geldi. Bir duruşu var görmen lazım, dimdik, sanki direk yutmuş herif. Pardon dedi, nah şunu göstererek, bunu burada birkaç dakikalığına bıraksam olur mu? Acil bir işini halledip hemen gelecekmiş. Olur dedim. Bıraktı gitti masaya. Ben buna bakıyorum, bu bana bakıyor. Resmen gözümü kaçırıyorum bundan, sanki canlıymış gibi. Neyse ben bir çay daha içtim, sonra bir çay daha, bir çay daha derken, bizim direk adam hala yok ortalarda. Aradan saatler geçti, en sonunda aldım bunu kalktım gittim. Yürüyorum. Yürüyorum ama herkes bana bakıyor. Ben dikkat çekmeye alışık adam değilim Orhan. Sokakta yürürken herkesin bana bakmasına hiç alışık değilim. Önce şaşırdım bir, üstüme başıma baktım. En sonunda aklıma geldi elimdeki. Sonra dedim ulan ben böyle kendimi görsem sokakta, ben bile bakarım bana. Ne işi var benim elimde bunun! Eve gittim oturuyorum. Bu da yanımda duruyor. Aldım ilk o zaman çıkardım kılıfından, takım elbiseyi aldım elime, aynanın önüne geçtim üzerime tuttum bir. Benim ten kara, takım kara, olmadı, beğenmedim. Ama ne olduysa o zaman oldu işte.’’
Sustu Orhan abi. Bitmiş sigarayı salladı aşağı. Derin bir nefes çekti içine. Ne oldu Orhan abi diyemedim. Merak bile etmedim o an. Anlatmasa sesim bile çıkmazdı valla billa. Sanki tüm hikâye o çektiği nefesteydi. ‘’Ver bakayım şuradan bir sigara daha,’’ dedi. Verdim. Bir yudum aldı şişeden, sigarasını yaktı. ‘’Sonra,’’ dedi şehrin ışıklarına bakarken, ‘’Ben aynanın önünde öyle dururken hiç giymediğim takımı üzerime giyiverdim. Bir saniyede oldu hepsi be Hasan. Bir baktım ki takım elbise üzerimde, aynı o adam gibi dimdik yürüyorum sokaklarda. Gelen geçen bana bakıyor, gelene geçene selam veriyorum, gülümsüyorum. Yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum. Karnım guruldadı da öyle uyandım hülyalardan. Sonra bir kendime, bir elimdekine, bir aynaya baktım. Siktir lan dedim. Hayata. Ömrümün yarısında beton dökmüş, tuğla taşımış, toz yutmuş adamım ben, sen kimsin lan dedim. Aldım takım elbiseyi, koydum torbasına, her boku taşıdım şu zamana kadar bunu mu taşıyamayacam lan dedim. O zaman bu zamandır yaşayamadığım hayatı yanımda taşırım işte. Hayata son silleyi ben vurdum be Hasan!’’ Orhan abi bunu dedikten sonra öyle bir kahkaha attı ki şehrin ışıkları titreşti karanlıkta. O öyle güldükçe ben de güldüm. ‘’Bir bira daha açayım mı len?’’ dedi, ‘’İçer miyiz?’’ ‘’Aç abi’’ dedim, bir yandan gülerken, ‘’İçeriz, içeriz.’’ Bizim Orhan abi garip adamdı vesselam.