‘’Bu sokak di mi?’’
Taksicinin sesiyle irkildi. Düşüncelere öyle bir dalmıştı ki neredeyse eve gelmişti ama farkında değildi. Düğün için aldığı yüksek ökçeli ayakkabıları topuktan vurmuş, parmakları da sivri burnun içinde eziş büzüş olmuştu. Taksimetreye baktı. Tam ağzından okkalı bir ‘’Oha!’’ çıkacaktı, kendini frenledi. Gece gece elin taksicisiyle gerginlik yaşamanın anlamı yok diye düşündü. Zaten tipte de hayır yok. Bulaşılmaz. Kazıkladıysa da kazıkladı, geçmiş olsun. Sesi içine kaça kaça o ‘’Oha!’’nın yerine ‘’Okey.’’ diyebildi. Kapaklı clutch çantasının daracık iç gözüne sokuşturduğu iki adet iki yüz lirayı düzeltmeye çalışarak taksiciye uzattı. Sekiz lira para üstü alması gerekiyordu. Taksiciyle dikiz aynasından birkaç saniye boş boş bakıştılar. Sonunda açıklama geldi: ‘’Bozuk yok.’’ Ya sabır! Hiçbir şey söylemedi. Söyleyemedi. Taksiden indi. Kapıyı sert kapatmamaya dikkat etti.
Taksi hareket edip önünden çekilince, bir anda yerde hareketli bir şey fark etti. Hafifçe eğildi ve ne olduğunu anladığı an istemsizce bir adım geri çekildi: Bir fare. Ayaklarının acısıyla sarsıldı. Tam yolun ortasında olmasa belki de taksinin tekerleklerinden birinin altında ezilecekti. Fareye bakıyordu ama görmüyordu. Görmemeye çalışıyordu. Tiksinti duymaktan korkuyor ama aynı zamanda da tekrar hayata tutunabilme ihtimalini düşünüyordu. Ne çok büyük ne de çok küçüktü. Kan yoktu. ‘’Ah ayaklarım!’’ Ayakları zonklayarak kendilerini hatırlatınca bir an kendine geldi. Daha fazla dayanamayacaktı; ayakkabıları çıkarıp eline aldı. Fare yumuşak bir hareketle diğer yanına doğru döndü. Tekerlek hizasına biraz daha yaklaşmıştı. Fareye doğru merakla bir adım atmak isterken, nereden çıktığını anlamadığı bir motosikletin, üzerindeki iki gençle üzerine geldiğini fark etti. ‘’Dikkat edin!’’ diye bağırdı. Motosiklet sağa sola manevralarla hızla geçmiş olmasına rağmen şans eseri fareyi ezmemişti. Fazla uzaklaşmadan da durmuştu.
‘’Hayırdır abla?’’
Gençteki gergin ses tonunu hissetmişti. Hâlâ motosiklet tepesindelerdi ve kasksız kafalarını ona doğru çevirmişlerdi. Derin bir nefes aldı.
‘’Fare var da burada. Az kalsın eziyordunuz, onun için…’’ dedi.
Gençler, ‘’Heee…’’ deyip kendi aralarında bir şeyler konuştular. Tam tekrar hareket ediyorlardı ki kullandıkları ‘’abla’’ kelimesinin samimiyetine sığınarak tüm nezaketiyle ‘’Kardeşler, bu fare can çekişiyor da yazık ezilmesin. Acaba siz şöyle kenara alabilir misiniz?’’ diye sordu. Gençler bir an durdular, boyunlarını biraz daha çevirip bir ona, bir fareye baktılar. Ve kahkahayı patlattılar. Arkada oturan önündekinin omzuna yumruklar atarak, öndeki de cümlelerinin arasına serpiştirdiği küfürlerle alay ederek gülüyordu. Şükür ki fazla durmadılar, basıp gittiler.
Sokağın ortasında fare ile yeniden baş başa kaldı. Faredeki ayrıntıları görmemeye çalışıyordu. Fare bir tarafından diğer tarafına güçlükle yeniden döndü. Birkaç defa daha böyle dönerse bir araba tekerinin altında ezilmesi işten bile değildi. Etrafına bakındı, kimsecikler yoktu. Onu gören, yardım isteyebileceği biri var mı diye binaların camlarına baktı ama çoğunun ışıkları bile yanmıyordu. Havalar da akşamları artık serinlediğinden camda birine rastlamak da büyük sürpriz olurdu zaten.
Etrafta fareyi bir şekilde yol kenarına itebileceği bir şeyler aramaya başladı. Çöp toplama saati geçmişti; çöpçüler sokakta ne var ne yok her şeyi götürmüşlerdi. Farenin etrafından fazla uzaklaşmak da istemiyordu. Bu içindeki his?
O esnada durmasını, en azından yavaşlamasını bile işaret edemeyeceği kadar hızla bir araba daha geldi ve geçti. Kendisini yol kenarında park hâlindeki bir arabaya refleksle âdeta yapıştırdı. Arabanın arkasından bağıra bağıra bir küfür savurmak istedi ama sessiz sokakta yankılanır da şoförün kulağına gider diye dişlerinin arasından tıslamakla yetindi. Farenin ezilip ezilmediğini merak ediyordu ama bakmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Soluklarını düzenlemeye çalıştı. Başını yavaşça çevirerek göz ucuyla fareye baktı. Ezilmemişti; yaşıyordu.
O sırada şangırdayan şişe sesleriyle dikkati sokağın başına doğru kaydı. Ellili yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bir adam hafif yalpalayan fakat hızlı adımlarla, elindeki siyah poşeti sallaya sallaya ona doğru geliyordu. Yardım istemek için iyice yaklaşmasını beklerken, adam bir anda yerdeki fareyi fark etti. Neredeyse poşetini elinden düşürecek kadar irkilip kendini kaldırıma attı.
‘’Şey…’’ dedi, ‘’pardon, can çekişen bir fare var da acaba kenara çekmeme…’’
‘’Yooookkk… Ben korkarım.’’ diye lafını kesti adam. Sırtını apartmanlara vermiş kıyın kıyın oradan uzaklaşmaya çalışıyordu. ‘’Sen ne duruyorsun ki orada?’’ diye sordu.
‘’Ezilmesin diye bekliyorum, bir şey bulursam kenara çekeceğim.’’
Adam, ‘’Deli misin be, başını mı bekleyeceksin onun.’’ deyip adımlarını hızlandırdı ve arayı biraz açınca koşarcasına uzaklaşıp gözden kayboldu.
Fare hâlâ yerde yatıyor ve minik minik sağa sola hareket ediyordu. Fareye doğru yürüdü; müthiş bir çaresizlik hissiyle başında öylece durdu. Gece yarısı, bir fareyle sokağın ortasında baş başa… Elinden tek bir şey geliyordu, onu da yapmadan oradan gitmek istemiyordu. Fakat onu da yapamayacaktı. Eve girmeye karar verdi. Arkasını dönüp birkaç adım atmıştı ki durdu. Şu an onu böyle bırakıp giderse, gözüne bütün gece bir damla uyku girmeyeceğini biliyordu. Sonra bir an düşündü. Ayakkabılarını koltukaltına sıkıştırıp çantasını açtı. Kimliğini, kredi kartını ve telefonunu ceketinin ceplerine sokuşturdu; çantanın içini tamamen boşalttı. Kapağı açık ve öne bakacak şekilde ağır ağır fareye yaklaşmaya başladı. Hâlâ bakıyor ama tam olarak görmemeye çalışıyordu. Bu kadar bekleyip sonra tiksintiyle, o iç gıdıklayıcı ürpertiyle onu öylece bırakıp gitmekten korkuyordu.
Çantanın kapağını farenin altına doğru sokarken kuyruğunun neredeyse gövdesi kadar uzun olduğunu fark etti. Fakat tuhaftır tiksinti duymadı. Kapağın üzerine almanın çok zor olduğunu anlayınca yavaşça kenara itmeye başladı. O sırada farenin göğsünün iniş çıkışlarını gördü, hızlı hızlı nefes alıp veriyor, bir şekilde o betonun üzerinde hayata tutunmaya çalışıyordu. Acıma gibi değil de sanki bir üzüntü sardı içini. ‘’Çok özür dilerim canım. Canını yakmak istemiyorum. Çok az kaldı.’’ diye fareyle konuşmaya başladı. Eğer canı yanıyorsa daha da yakmamak için olabildiğince yavaş hareket etmeye çalışıyordu. Ve sonra gözleri farenin yüzüne kaydı. ‘’Ah!’’ dedi, ‘’Ne kadar güzelsin.’’ Sanki gülüyordu; yakından bakınca aslında ne kadar şirinmiş diye geçirdi içinden. Yavaşça itmeye devam etti. Bunu bir kuvvet yaptırıyordu âdeta ona o an. Kendine şaşırıyordu. Ha gayret! Elleri titriyordu. Ha gayret! Ter boşalıyordu sırtından. Ha gayret! Kaldırım kenarına çok yaklaşmışlardı.
Aniden bir araba farının keskin ışığı karanlığın içinden gözlerine doldu. Hemen doğruldu ve eliyle işaret ederek arabayı durdurdu. İçinden otuzlarının sonunda, eli yüzü düzgün, iyi giyimli bir adam indi. ‘’İyi misiniz?’’ diye sordu. Yanına doğru yaklaşırken fareyi fark etti ve olduğu yerde çakıldı kaldı.
‘’İyiyim, teşekkürler. Yolun ortasında can çekişiyordu, kenara alıyorum.’’ dedi.
Adam, gözlerini kıstı; garipsercesine onu izliyordu. Adamın tavrını görünce tekrar eğildi ve sonunda fareyi kaldırımın kenarına getirdi. Çanta elinde bir süre daha fareyi izledi. Sonra şöyle bir çantaya baktı. Çadır gibi yapıp farenin üzerine kapattı.
‘’Sigaranız var mı?’’ diye sordu adama. Sadece dört gün olmuştu sigarayı bırakalı. Adam ‘’Var.’’ deyip cebinden paketi çıkardı. Bir tanesini yarım dışarı sıyırıp uzattı. Diğer cebinden de çakmağını çıkarıp yaktı. Bir sigara da kendisi için ateşledi. Bir süre öylece durup arka arkaya nefesler çektiler sigaralarından. Adam bir anda havayı değiştirmek ister gibi heyecanla ‘’Tanışalım bari. Adınız?’’ diye sordu. Adamın şöyle bir yüzüne baktı. Sigaradan bir nefes daha çekip tam bitirmeden yere attı. Alışkanlıkla söndürmek için üzerine basacakken çıplak ayaklarını fark etti. Tekrar yüzünü adama döndü ve dudaklarının maalesef dercesine büzülmesine engel olamadı. ‘’Fareden korkmayan kadın.’’ dedi, ‘’Böyle bilseniz kâfi.’’ Eve doğru yürürken ayaklarının âdeta buz kestiğini ancak anlayabildi.