Kendimi ihanete uğramış gibi hissediyorum. Mahallede anlaştığım nadir insanlardandı Selim Abi. Lise mezunuydu, üniversite okumamıştı. Mahalledeki mobilya fabrikasında işçiydi. Boş kaldığı her vakit deli gibi kitap okurdu. Erdoğan’a aşıktı. Cuma namazlarını kaçırmazdı. Hoşgörülü, sıcak kanlı, hümanist bir abimizdi. Farklı düşüncelere saygı gösterirdi. Alkol de alırdı. Beraber oturur içerdik. Dünyaları içse sarhoş olmazdı. Birlikte içtiğimiz zamanlarda benim sarhoş olup, üstüne gitmişliğim, sınırları zorlamışlığım, incitmişliğim vardır ama onun asla sarhoş olduğunu görmedim. Alkolün gazıyla bağırdığımı çağırdığımı hatırlarım. Atatürk’ü sevmezdi. saygısızlık da etmezdi ama sevmezdi. Geçtiğimiz gün instagramda bir paylaşım yapmış: “Rabbim kimseyi kendi ülkesinin ekonomisi çöksün diye bekleyip, sevinen kansızlardan eylemesin.” Yapılan boykot çağrılarına karşı tepki vermiş Selim Abi. Dayanamayıp cevap yazdım “ben de kansız mıyım Selim Abi?” diye. Sinirlenmekten çok kırgın ve üzgündüm sanırım, ihanete uğramış hissettim kendimi. 

Daha önce de olmuştu bu. Liseden sınıf arkadaşım Yusuf’la 2002 seçimlerini izlerken. Akp’nin ilk iktidara gelişi. Tarihin haklı tarafında olmak diye bir kavram var mı bilmiyorum ama bazen bu aklıma geliyor. Güçlü tarafında olmaktansa haklı tarafında olmayı tercih ettim. Şunu duymuştum, Brecht’in sözüydü : sen kazandın ama ben haklıydım. Bir de bir Ortaçgil şarkısında geçerdi: Yıkılan duvarlar gördüm / Coğrafyanın değiştiğini / Hiç bir şey değiştiremedi / Güçlünün haksızlığını

Aslında mesele bir seçimi kaybetmek değildi. Yaşadığım ihanet hissi bir kaybediş çöküntüsü değil. İnsanlara olan inancımın sarsılması aslında. Bu hataya elbette ben de düşmüş olabilirim. Ya da düşmediysem düşmeyeceğim anlamına gelmez elbette. Hata şu: tercihlerimin yalnızca bir güruhun/topluluğun refahını yükseltip diğer kalan herkesi mağdur ve mazlum yapması. Kaldı ki Akp kurucularından bir çok isim de çizgiden bu anlamda sapıldığını gördüğü için partiden ayrıldı ya da uzaklaştırıldılar. Çünkü en çok onlar biliyordu aslında “adaletsizliğin” ne olduğunu.

Başka bir soru da şu; tarihin bu tarafında olmayı gerçekten ben mi seçtim? Bundan çok da emin değilim. Yani Selim Abi olabilirdim, Yusuf da. Uzun yıllardır aynı kitabın, aynı cümlesine defalarca referans verdim: “Benzer koşullarda olsaydım benzer kararlar alabilirdim, diyemeyen insanlık tarihini anlayamaz.” O yüzden yargılamak da çok içimden gelmiyor. Sertap Erener’in bir şarkısında vardı:

Sadece çok üzgünüm
Dargın değilim

Yargılamak mahkemelere, savcılara, hakimlere has bir fiil. Bu kelimeyi de hayatımdan çıkarmaya çalışalı çok oldu. Ne kadar yol aldım bilmiyorum ama gayretim sürüyor. 

Bilenin bilmeyene, sevgi görenin görmeyene, tok olanın aça borcu var. Kimsenin bile isteye bu taraflardan biri olmayı seçtiğini düşünmüyorum. Gayretim vicdanımın sesini besleyerek ona kulak asmayı ömrüm boyunca sürdürmek. O yüzden Selim Abi’ye de Yusuf’a da seslenmeyi bırakmayacağım.

Sonra kendimi düşündüm. Neyi feda edebilirim diye? Çünkü bu demokrasi denilen şey biraz da feda edilerek, savaşarak, ödün verilerek oluyor. Ben bugüne kadar neler feda ettim, neler feda edebilirim? Aslında korkmuyorum, Varlığım hayat varlığına armağan olabilir. Bunda bir beis görmüyorum. Ancak iki soru devreye giriyor: 

1/  Değecek mi?
2/ Anneme, babama, sevdiklerime ne olacak?

1/ Çünkü insan ister ki yaptığı fedakarlık, döktüğü emek bir işe yarasın. Hadi bunu geçiyorum. Derim ki illa bir yere varmak değildir mesele, yolunu, yönünü bilmek de yetebilir. Buna böyle cevap verilebilir. Peki ya ikincisi…

2/ Sevdiklerim, akranlarım beni kaybetmenin acısına göğüs gerebilir. Peki ya 80’ine merdiven dayamış annem-babam. Burası benim yumuşak karnım. Tüm devrimci arkadaşlardan özür dilerim. Annemin ya da babamın bana kahırlarından canı yansın istemem. Burada da çağdaş insani-demokratik normlara sığınarak affınızı istiyorum. Yapamam. Bana bunu dayatırsanız da Kuzey Kore’den bir farkınız olmadığını düşünürüm.

Ama yapabileceklerim de var… İşte tam orada Dostoyevski giriyor devreye:

“Duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa kendimi parçalayacak değilim elbette ama önümde duvar var diye de boyun eğmeyi kabul edemem!”

Boyun eğmeyenlere selam olsun!

Kategori: