31 bitiyor. 32 başlarına doğru ilerlediğim şu kısa ve dar süreçte kendimi ifade etmekte eskisine nazaran daha da zorlandığımı fark ediyorum. Evet, yaş bir sayı buna hâlâ inanıyorum (da) bu tükenmişlik saçmalığı neden? Onu bilmiyorum.

Modern zamanın bize hep tersinden öğrettiği “Kendini Gerçekleştirme” daniskasını, cengâverliğimle yıkacağıma olan inancımı pekiştirmek için ilk akla gelen basit yolu denemek üzere Kuzguncuk’ta butik bir spor salonuna gitmeye karar verdim. Günümüzün şık mı şık tabiriyle artık kendime “PT” tutmanın vakti gelmişti. Bu PT çılgınlığına kendimce yeni bir isim uydurarak başladım ilk zihni sporuma: “Persona Transfer”. 

 – Personal Trainer – eşliğinde kişiye özel uygulanan egzersiz programları ile yeni bir Persona Transfer edebilirdim. 

Belki fit ve çevik bir vücuda sahip olabilir ya da bu uğurda dökülen ter ve gözyaşı, bana bir süre sonra yine sıkılabileceğim yeni bir Persona kazandırabilir.

Çünkü sanırım (bence) eskisinden, eskisi kadar haz almıyorum. Hedonist değilim ya da en azından herkes kadarımdır. 

Bilmiyorum. Neyse. 

Tayfun Pervan. Yeni Pt’im 1

Dükkândan içeri girdiğimde beni müthiş bir enerji ile karşılayan Tayfun Pervan’dan ziyade, içeride vodvil sesi ile ” Gü-nay-dın Muhteşemlerim” diye seslenen başka bir “PT” daha vardı. 

Muhteşemlerin, Enver Paşa ile hemen hemen aynı yaşta oluşu ‘Muhteşem’e bakış açımı nötrlemeye ziyadesiyle yetmişti. 

 Sevgili genç ‘PT’im Tayfun ile kısa bir tanışmadan sonra karşılıklı olarak benim ondan, onun benden beklentilerimizi sıraladık.

Size çok ufak Tayfun’dan bahsedeyim; 

Tayfun benim aksime 23 yaşında, Besyo mezunu pırıl pırıl bir adam. Spor yapmanın önemi, öncesi/sonrasında dikkat edilmesi gerekenleri, beslenme uyku vs. gibi sizin de bildiğiniz şeyleri ve hatta bir ara gaza gelip toplumun buna bakış açısı gibi bir yığın; okurken sizi, dinlerken de beni hiç ilgilendirmeyen şeylerden bahsetti. 

Sırf sarışın, 1.75 boylarında ve renkli gözlü olduğu için, “Nerelisin?” dememi beklemişcesine ailesinin Selanik göçmeni olduğunu da anlattı. 

Tayfun’u dinlerken 2-3 yumrukta bana inception rüyaları gördürebilir diye düşündüm. Kullanışlı olabilir, derin veya çok derin bir uykuya tek yönlü bileti Tayfun’dan alabilirim/alabilirsiniz.  

O sordu ben anlattım: fit, güçlü ve esnek bir vücut istiyorum dedim bir anda. 

Tayfun yeşil gözlerini gözlerime dikmiş beni dinlerken araya girdi:

“Yaş kaçtı hocam?”

“31 bitiyor, 32’ye giriyorum.”

“Amcamla aynı yaştasınız, o da bana geliyor. 10 derste fit bir vücuda kavuştu o da. Disiplin bizim işin tek kuralı. Bir de sabır. Bu ikisi önemli hocam” dedi. 

Şimdi benim onun amcası ile aynı yaşta olmam, tam da yaş bunalımının içinde olduğum şu günlerde sevgili “PT” adayımın buna hoyratça ve umarsızca değinmesi de benim canımı az da olsa sıkmaya yetmişti. 

-Bu ilk datete sizi yatağa atmaya çalışan erkek tutumudur bence. Ya da çok etkili bir satış dili…

Bende ikisi de çok az var demek istedim; ama 23 yaşında, benim jenerasyona göre fit bir vücudu olan bu genç adama hakaret olurdu. 

Bu arada ne işle meşgulsünüz ağabey diye çevik bir soru çıkardı Tayfun beklemediğim anda. Çocuk çevik!

“Ara sıra yazarım” dedim gayri ihtiyari…

“Arada sırada yazarım2.” Bunu söyledikten sonra kafamın içinde küçük şimşekler, kısa bir “Vayyy. Yazar demek ha!” adlı senfoniye başladı. 

Pervan konuşuyor ben bir yandan ona çok hak verip bir yandan kafamın içindeki müziğe kaptırıyorum kendimi. Görüşmenin sonuna gelmiştik, Genç “PT” Tayfun ile vedalaştıktan sonra, Neruda Coffee Shop’a geçtim. 

Beni en iyi anlayacak adam Old Boy Mehmet’in yanına…

Dükkanı yeni  açmış içeriden enfes kahve kokuları eşliğinde, MUHTEŞEM bir enerji  ile rastalı saçlarını savururak içeride reggea dinleyip viledayla dans ediyordu. Mehmet yaşını göstermeyip, yaşının kendini gösteren beyazlarına da pek aldırış etmeyip onlarla mutlu mesut yaşayan muazzam bir adam. İçerideki enerjiye ayak uydurmak zorunda hissederek, biçimsiz ve emanet bir ses tonu ile “Kolay gelsin Bob, kahven hazır mı?” diye daldım içeri. Deliden hallice mütevazı kahkahasını atarak “Olmaz mı be emmi, geç otur geliyorum.” dedi.

– Genel bir amca/emmi furyası başladı da benim mi haberim yok? Amcalar modasını da mı kaçırdım acaba??
Kahvelerle birlikte az sonra düştü karşıma Mehmet, naber nasılsın faslını geçtikten sonra bana yeni  izlediği  diziyi, oradaki bir Türk karakterin olduğunu ve aksanlı olarak çok tatlı  “emmi” dediğini, dizinin aslında tam ona göre olduğunu ve rengarenk  bisikletini anlattı. 

Çok şey anlattı… 


Yaklaşık 20-30 dakika sonra sen nasılsın diye sorabildi sağolsun. Ben de galiba orta yaş bunalımına giriyorum dedim. Sokağı inleten bir kahkahayı yüzüme patlatıp, “Bi siktir git olum ya.” dedi sadece.


Çünkü o, 40 küsurlarda ve EYT’liydi… Bar filozoflarının ciddi bir kısmının Kuzguncuk’ta kahve yaptığına dair ciddi istihbaratlar aldığını idda edenlerden… Kahve Filozofum Mehmet bu gibi takıntıların manasızlığından, hiçbir şeye hizmet etmediğinden ve sadece yaşarken keyifsizlik yaratmaktan başka bir şey olmadığını anlatıp hatta dükkâna gelen/çalışan Y, Z, Alfa, Beta bir yığın kuşak ile arasında -bir milyon yıl- fark olmasına rağmen takmadan, umursamadan yaşamanın öneminden bir kuble dem vurup bu öyküye3 ismini veren o güzel cümleyi kurdu; 

“Her Kuşak Kendi Emmisini Yaratır…”

1. PT: Persona Transfer değildir.
2. X eşittir Servet Oğuzyer ise,
3. Bu bir öykü değildir. 

Kategori: