İşbu kısa ve minik sözlük, öncelikle ve öncelikle işçiler için yazılmıştır. “Olayı bir de karşı taraftan dinleyelim”ciler, dilerlerse patronlardan bir patron sözlüğü isteyebilirler. Onlar da ya kendileri yazar ya da buldukları bir işçiye ücreti mukabilinde yazdırır. Şimdi, işçi derken ne kastediyoruz açalım. Belirli bir ücret karşılığı çalışan kişi. Vaziyet yüz elli yıl öncesinden biraz farklı olduğu için tanımlar ve kavramlar esnemiş olabilir. Mesela excel dolduran arkadaşlar kendilerini farklı bir kimlikle ifade edebilirler. Sıkıntı yok. Ayrımımız kabaca şu; sen çalışan birilerinin üretimi üzerinden kâr mı sağlıyorsun yoksa bir iş yapıp karşılığında ücret mi alıyorsun. İşin teorik tarafını profesyonellere bırakarak, sözlüğümüze geçelim.
Biz Bir Aileyiz
Sloganların en popüleri. Sıkça karşımıza çıkan bir özlü söz. Çok sevimli, çok sıcak. İçimizi ısıtan bir Yeşilçam filmi gibi. Tabii burada Münir Özkul’u patronumuz oynuyor.
Nedir ailenin olayı? Birileri, birilerine fedakarlıkta bulunur. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde hep aynı birileri, hep aynı birilerine fedakarlıkta bulunur. Biz bir aile olacaksak da bu ailenin neşeli sarhoş eniştesi, hafif şımarık küçük kardeşi ya da otoriter babası olmuyoruz. Genelde saçını süpürge eden rollerden biri payımıza düşüyor.
Hem zaten bizim hali hazırda ailelerimiz var. Neden ikinci bir aileye ihtiyaç duyalım? Kınalı Yapıncak mıyız biz?
Velhasıl bu söz, muhatabından fedakarlık istemenin romantik bir yolu. İnsana dair tüm duyguları pazarda sütyen don gibi satan reklamların yaptığı şeyin bir benzeri. Ailenin -ki hala kaldıysa- olumlu duygularını hizmete dönüştürme makinesi. İş sözleşmesini, işveren lehine esnetmenin bel atlı yumruğu.
Ne diyordu İplikçi Nedim; “herkes anamı soruyor, kimse babamı sormuyor.”
Benim De Durumum Yok
Patronun, bizden daha kötü durumda olduğuna bizi ikna etme çabası. O hep bizden az kazanıyor. Bütün kazandığını bize veriyor. İnan ki onun durumu bizden daha zor. Sen kolay mı sanıyorsun bu kadar insana bakmayı.
Herkesin bir standartı var ve bu nasıl oluyorsa kutsal bir şey. Dokunulmaz, tartışılmaz, tartışılması teklif dahi edilemez. Biri için bu standart üç somun ekmek almak ise bir başkası için çocuğunun özel okul taksidini ödemek, daha başka biri için de yeni bir yat almak. Biz zaten patronumuzla aynı standarta sahip olmadığımız için, yani onun giderleri “doğal olarak” bizden daha fazla olacağı için, onun durumu bizden daha kötü olabilmekte. O bir de üstüne vergi ödüyor. “Gelir” vergisi, yani geliri olanların ödediği şey. Lütfen, “bana ne kardeşim ben mi dedim şirket kur diye” demeyin, çünkü biliyorsunuz ki günümüzde girişimci, Katolik Kilisesi’nin ruhbanları gibi kutsal bir azizdir.
Bu arada o “olmayan durum” da paranın yokluğundan değildir. Para vardır ama bağlıdır. Vadeli hesapta, dövizde veya başka bir enstrümandadır. Yani parasızlık, bitiklik, tersoluk veya ziyanlık değil bu. Nakte sıkışıklık.
Çok İyi Yerlere Geleceksin
Çağımızın en büyük manipülasyon araçlarından biri olan motivasyonun vücuda geldiği cümle. İş sözleşmesindeki şartları kendi tarafına doğru esnetmek için patronun kullandığı söylem. Bu sloganla bize geleceğe dair bir vaat satılır. “Seçimden sonra sana tapu vereceğim” gibi bir şey. Cennetten arsa satmanın modern yolu.
Bunun bir de geçmişe dönük bir varyasyonu var. “Ben seni şuradan aldım, şuraya getirdim” şeklinde. Patronlarımız bizi pavyondan kurtarmayı, pezevenklerin elinden almayı çok sever. Her zaman bol bol lütufta bulunurlar, çünkü onlar bize ekmek verirler.
Kadir İnanır’ın karşısındaki fabrikatör ne diyordu; “İşçiler nankörlük ediyorlar, ekmek verdim ben onlara!”
Biz Sana Ekmek Verdik
Karşılıklı yapılan bir iş sözleşmesinde iki tarafın da yükümlülükleri belirlenmiş olsa da gerçekte bu durum kesinlikle böyle algılanmaz. Bu bir anlaşma değil, yukarıdan aşağıya doğru atılan bir simit parçasıdır. Patronlar, çok yüce gönüllü insanlar oldukları için bize ekmek bahşederler. Karşılığında da şükür beklerler. Çünkü sen olmasan bu işi yapacak çok insan var. Ama şaşırtıcı bir şekilde onlar olmasa o işi yapacak kimse yok. Dediğimiz gibi, azizlik mertebesi sorgulanamaz.
Sofradaki ekmeği biz üretmiş olsak da onun bir parçasının bize verilmiş olması bir nimettir. Hazret-i Patron, mübarek eliyle ekmeğe dokunup onu çoğaltır ve bize bahşeder. Bunu kabul etmeyen de nankörlük etmiş olur ve bu garip kulların, nankörlük gibi büyük bir günah işlemesi küfür olarak nitelendirilir. Küfrün cezası da elbette afaroz edilmektir.
Kadir İnanır da fabrikatöre şu cevabı veriyordu; “Ne demek ulan! Bedava mı ekmek verdin? Karşılığında alın teri aldın. Sen değil, onlar sana ekmek verdiler!”
Ben Eskiden Solcuydum
Patronlar her dil, din, ırk, cinsiyet ve ideolojiden olabildikleri gibi elbette eski solcu da olabilirler. Bu kimlik onları vicdanen rahatlatır. Çünkü eski zamanlarda şark görevlerini yapmışlar ama şimdi “mecburen hayat şartlarına uymak” zorunda kalmışlardır. Bize yapabilecekleri her şeyin diyetini peşin ödemişlerdir. Altyapıdan yetişmiş bu Haim Revivo’lar, meselenin iç yüzünü çok iyi bilir. Yüce gönüllülüklerinden ötürü “ihtiyacı olan” insanları çalıştırmak isterler. Çünkü ihtiyacı olan insanın elinin zayıflığını bilirler.
Meselenin ekonomik tarafını çekmeceye kitleyen eski solcu patronumuz için artık bu kimlik kültürel bir kimliktir. “Siz tabii bilmezsiniz, biz eskiden şöyle şöyle” kalıbıyla kendini ahlaken dokunulmaz kılar. Diyalektiğe elbette hakimdir ancak tarihi buz dolabında saklamak onun işine gelir.
Kadir İnanır’ın bu çıkışından sonra masadaki eleman da şunu diyordu; “Murat kardeş kimden yanasın sen?”
Allah Nasip Etti
Allah, dindar patrona her zaman patronluğu nasip eder. Dindar patronumuz da eski solcu patronumuz gibi ahlaken tertemizdir. Üstelik o haklıdır. Hem haklıdır, hem güçlüdür. Bu güç tabii ki üst düzey tanıdıklarından, ihale canavarı dostlarından gelmez. Onun yanında Allah vardır Allah! O çalışmıştır, tevekkül etmiştir, Allah da ona vermiştir. Peki aynı Allah sana bana niye vermemiştir? Onu söyleyemiyoruz maalesef.
Kişisel hayatında helal dairesi içinde bulunmaya dikkat eder. Ya da en azından küçük keyiflerini o daireye bir şekilde sokuşturur. (Helal dairesine, Başakşehir’deki daireyi kastetmiyoruz.) Ama konu iş sözleşmesine gelince, her zamanki gibi yine bir esneklik mevcuttur. Ona patronluğu nasip eden Allah, iş ödeme yapmaya gelince darlıkla sınamaya başlar. Onun bereketi bizim bereketimiz değil, ama onun imtihanı bizim imtihanımız.
Dindar patron, itikatta maturidi, amelde protestandır. Çalışmak ve çalıştırmak onun için kutsaldır. Çalışkanlık bir erdemdir, çünkü ona para kazandıran şey elbette ki yüce olmak zorundadır.
Hikaye anlatmayı da çok sever. Çünkü sihirli yorum değneğini elinde tutan herkes, istediği hikayeden istediği mesajı çıkarabilir. Sonuçta, “inandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır.”
***
Bu minik sözlüğe eklenebilecek çok madde var. Söylenen her söz, söyleyenin durduğu yere göre bir anlam taşır. Aynı gemidekiler aynı yere giderler, iskeledekilere de uzaktan el sallarlar. Cüzdanlar aynı tarafta olmadan, kalplerin aynı tarafta olması hiçbir şey ifade etmez.