Milyonları kırım kırım kıran bir salgın, kıtır kıtır kıyan bir savaş, inim inim inleten bir afet olmadı. Her şey yavaş yavaş başladı ve kimse farkına varmadı. Soğuk suyun içine atılan bir kurbağanın ağır ağır ısıtılırken komik kurbağa videolarına kıkırdaması gibi kısık ateşte pişti her şey. İyice kulak memesi kıvamını aldı. Tarihteki ilk örneği kadar dramatik olmasa da yine büyük bir tufan kopmuştu. Ama bu sefer binecek bir gemi yoktu, çünkü bu bir… Bu bir kahkaha tufanıydı! Artık dünyadaki her şey komikti. Herkes komikti. Ama bu küresel stand-up’ta herkes karnını tuta tuta haykırırken bir tek o gülmüyordu…
Son umudu olan ara sokaktaki kotçu dükkanı batıp da karısı çocukları alıp gittikten sonra Rauf’un neşesi iyice kaçtı. Aslında somurtkan bir adam değildi. Diğerleri kadar gülemiyordu sadece. Gülecek bir şey bulamıyordu. Eskiden gülenleri izlemeyi severdi ama borç gırtlağa dayanıp tebligatlar ışık hızında gelmeye başlayınca evden pek çıkmaz oldu. Yine televizyonun karşısındaki zavallı kanepede sızmış, öğlene doğru ayılmayı bekliyordu ki kapının sesi onu uyandırdı. Saat hayli erkendi. Uykulu gözlerini büyük büyük açıp kapayarak kapıya doğru gitti. Delikten bakınca iki silüet gördü. Kapıyı açtı. Son derece şık ve resmi bir kadın ve yanındaki daha az şık ama daha çok resmi bir adam sabah şekerleri gibi karşısında duruyordu.
“Karşıdan üç kişi geliyor. Bunların arasından avukat olanı nasıl anlarsınız?”
Şık ve resmi kadının bu spontane sorusu Rauf’u afallattı. Anlamsız gözlerle ikiliyi süzerken, şık ve resmi kadın, kendi açtığı ortaya kafa vuruşunu yaptı;
“Siz anlamadan o size söyler!”
Adam ve kadın bu yersiz şakaya kahkahalarla gülerken Rauf, onları saçmalıkla izliyordu. Şık, resmi ve aşırı neşeli kadın, çevik bir hareketle kartını çıkardı ve Rauf’un eline tutuşturdu:
“Avukat Nazlı Baykurt Gündoğan. Rauf Bey değil mi?”
Rauf’un boş gözleri kartın üzerindeydi;
“Evet benim.”
Resmi adam yapışkan bir şekilde lafın arasına cıvıdı:
“Raufcuğum be! Bize bir televizyon lazım oldu da. Senden alalım dedik var mı sende fazla?”
Avukatın cırlak kahkahası, cıvık adamı daha da cesaretlendirdi:
“Hatta hazır gelmişken bir de buzdolabıyla fırın alalım diyoruz!”
Kahkahalar patladı. İki resmi palyaço birbirine vura vura gülüyordu. En sonunda avukat, Rauf’un anlamsız yüzünü görünce konuyu sarih bir biçimde açıkladı:
“Biliyorsunuz kredi kartı borcunuzdan dolayı hakkınızda icra takibi başlatılmıştı Rauf Bey.”
Cıvık adam yine kendini tutamadı:
“Rauf Bey çok takipçiniz var heee…” Avukatın güldüğünü duyunca iyice cozuttu: “Fenomen olmuşsunuz Rauf Bey!”
İkili birbirlerini çimdire çimdire gülerken, Rauf onların keyfini kaçırmak istedi:
“Yalnız ben ona yedi gün dolmadan itiraz etmiştim.”
Ama şaklabanların keyfi kaçacak gibi değildi. Seri bir şekilde paslaşmaya başladılar:
“Aaaaaa hiç itiraz kabul etmiyoruz vallahi.”
“Çok gücendik şimdi bak.”
“Yaynuj men ona yedi yün yoymadan ütüraz etmihahahahaha…”
Rauf araya girmeye çalıştı:
“Hayır ama ben müsaade edemem böyle bir…”
Avukat topu aldı:
“Ama işimizi yapmamıza engel olursanız polisle gelmemiz gerekir. Du dum tısss!”
Resmi adam da boş durmadı:
“Verelim mi seni polis amcalara he? Verelim mi seni?”
Şakatörler kıkır kıkır gülerken avukat dozu arttırdı. Ağzıyla polis sireni sesi çıkarmaya başlayınca, Rauf fırsattan istifade kapıyı suratlarına çarpıverdi.
Kapının arkasından boğuk kahkahalar duyulmaya devam ederken, Rauf kendini kanepesine bıraktı. Dükkandan getirip salonun köşesine yığdığı tapon kotlarla göz göze gelince karnına tanıdık bir ağrı girdi. Kendini dışarı atmak istedi ama kapıdaki komiklerin gülüşleri devam ediyordu. Hem çıksa da nereye gidecekti ki? Komikleşme salgınından önce semtteki kahveye takılırdı. Arkadaşlarıyla yüzbir oynardı. Ama zaman içinde oyunlar yavaş yavaş şakalanmaya başlamıştı. En sonunda el açarken komiklik yapmayan kimse kalmadı. Hatta taksici Alpay, yanındakini taşlarken, sarı sekizi avucunun içine alıp meşhur şeytan taşlama taklidini ilk yaptığında, emekli öğretmen Muhsin Dayı gülmekten katılmış, uzun süre nefessiz kalmıştı. Sonra kahvenin camındaki o afişi gördü Rauf. Ocakçıya sordu, “stand-up gecelerine başladık abi” dendi. Zaten artık Rauf hariç herkesin bir stand-up’ı vardı. “Abi senin hikayeler de acayip komik anlatsana” demişti Alpay ona.
“Alpay siktir git kahvede stand-up mı olur?”
“Abi deme öyle bak hepimiz yapıyoruz. Sen İlyas abinin bankamatikte göt üstü düşme hikayesini dinledin mi? Lavuk kendiyle feci gırgır yapıyor hee… Bir de şişman ya, feci şişman şakaları yapıyor. Ne adam be İlyas abi…”
“Evet.”
“Kendiyle feci barışık abi, fenasal komik şakaları var.”
“Aynen.”
“Sen bir ara gömlek işindeydin ya hani toptancı tokatlamıştı seni. Onu anlatırsın bak çok makara hikaye o.”
“Alpay tamam siktir git.”
“Hahahaha Rauf abim beee… Neyse bu akşam gel ama bak Fevzi’nin bayram namazında feyk yeme hikayesi var altına sıçarsın.”
O akşam gitmedi Rauf. Hatta bir daha hiç kahveye gitmedi. Evinde oturup televizyon izlemeye başladı. Eskiden sevdiği programlar vardı televizyonda. Birbirine bağıran adamlar, ağlak diziler, zırlayan yorumcular, kan donduran haberler… Zaman içinde hepsi tarihe karışmıştı. Artık televizyondaki bok şöleni, gün geçtikçe kahkaha dozunu artırıyordu. “Ev sahibini yetmişiki yerinden bıçaklayan hırsız” haberlerinin yerini, “Muz çalan sevimli Bonobo maymununun komik anları” almıştı. Arada sırada siyasi programlar da yapılıyordu ama birkaç muhalifin; “izahı olmayan şeylerin mizahı olur kardeşim” lakırdılarıyla gösteri tatlıya bağlanıyordu. Gülme efektlerinin, muhatabın üzerine kürekle boca edildiği tüm o skeçler, reklamlar, yarışmalar herkesi kahkahaya boğsa da Rauf sadece her akşam televizyonun soluk mavi ışığına, soluk mavi suratıyla bakıyordu.
Kapı önündeki kahkahaların bittiğini fark etti Rauf. Delikten baktı. Hakikaten de zırtapozlar gitmişlerdi. Ama kollarına komik kolluk kuvvetlerini takıp gelmelerinden önce bir hamle yapması gerektiğini biliyordu. Uzun zamandır banka hesapları blokeliydi. Kahkaha şöleni tüm dünyada yayıldıktan sonra, bankalardan ve icra dairelerinden gelen mesajlar da komikleşmişti. Rauf telefonuna gelen bu aşırı şaka dozlu mesajları okuyor ama hiç gülmüyordu. “Feci makara bir adam senin işini kesin çözer” denilen avukatlardan onlarcasına gitmiş, birkaç komiklik sonrasında kibar bir şekilde geri çevirilmişti. Hepsinin cevabı aynıydı; “sen bu işi bankayla bir daha görüş.” “Görüşelim bakalım” dedi Rauf, zavallı kanepesinden kalkarken: “En kötü ne olabilir…”
Uzun zaman sonra ilk kez dışarı çıktı. Gözlerini kısıp güneşe baktı. Üzerinde hala bir gülen yüz olmamasıyla teselli buldu. Durmaksızın puhahahahalayan insanların arasından caddeye kadar yürüdü. Trafik lambasının mekanik sesini duyunca durdu;
“Lütfen bekleyin…”
Bekledi…
“Lütfen bekleyin…”
Biraz daha bekledi…
“Şimdi karşıya geçebilirsiniz…”
Rauf adımını yola attı. Tam ilerliyordu ki… Rüzgar gibi geçen bir arabanın sesiyle kendini geriye savurdu. Arabanın acı kornası hızla uzaklaşırken, koca bir kıyma yığınına dönmekten son anda kurtulan Rauf’un kalbi küt küt atıyordu. Birkaç derin nefes aldı. Trafik lambasına baktı ve metalik sesin iğrenç gülüşünü duydu:
“Hoppaaaaa şakaaaaaaa!”
“Amına kodumun lambası” diye homurdandı içinden. Yüreği ağzından çıkmadan önce, etrafı dikkatle süzerek karşıya geçti.
Bankanın kapısına geldiğinde nabzı hala tam olarak normale dönmemişti. Derin derin nefesler alarak içeri girdi. Kahkaha kasırgası içindeki emekliler, öğrenciler, memurlar, tüccarlar ve bilumum komiğin arasından geçip sıra numarası alma makinesinin önüne geldi. Birkaç kez basmasına rağmen cihazdan bir tepki alamadı. Çaresizliğini fark eden ağzı kulaklarında bir güvenlik görevlisi yanına yaklaştı. Uzun zamandır ilk kez bu kadar gülmeyen bir adam gördüğü için ağzı kulaklarından birazcık indi.
“Sıra numarası alamıyorum da” dedi Rauf.
“Kameraya bakın efendim” dedi güvenlik.
Cihazın üst kısmındaki küçük, siyah deliği gösterdi. Rauf kameraya baktı, makineye tekrar bastı ama yine olmadı.
“Gülmeniz lazım efendim.”
Rauf’un donuk suratı iyice buz kesti:
“Nasıl?”
Güvenlik kapıdaki afişi işaret etti:
“Yüzünüz gülsün diye…”
Rauf, büyük comic sans harflerle yazılmış sloganı bir de bu gevşek adamın ağzından duymasına anlam veremedi:
“Eee?”
“Yüzünüz gülsün diye! Yeni uygulamamız. Bankamız güler yüzlü müşterilerini bekliyor! Ne yapıyoruz? Geliyoruz, kameraya gülüyoruz, sıra numaramızı alıyoruz!”
Güvenliğin büyük bir neşeyle anlattığı bu anaokulu aktivitesi Rauf’un sinirini bozdu. Önce adamın dominant vıcıklığına kendini kaptırır gibi olup gülmeye çalışsa da başaramadı. Başaramayınca iyice sinirlendi:
“Birader benim sıra numaramı verir misiniz?”
“Aaaa öyle demiyoruz…” dedi vıcık, sıfır üç yaşa hitap eder gibi:
“Gülüyoruz! Hoh hoh hoh hoh!”
“Kardeşim bak benim işim acele…”
“Baktık kamerayaaaa… Neeee! Kuş mu çıkıyor ordaaaaaan? A-aaa! Ce-eee!”
“Ben müşteri temsilcisiyle…”
“Hah hah hah! Güldük bakalım haydiiiiii! Hah hah hah!”
“Ya birader bir müdür, bir şey…”
“Kameraya gülüyoruuuuuz, sıramızı alıyoruuuuuuz!”
Rauf düğmeyi parmağıyla dövmeye başladı:
“Ben sıra numaramı…”
Vıcık güvenlik, çevik bir hamleyle Rauf’a atıldı. Kendi isteğiyle gülemeyen bu adamı, mekanik bir şekilde güldürmeye çalıştı. Ağzının kenarlarını zorla kulaklarına yaklaştırmaya uğraşırken, Rauf güvenliği bir anda itiverdi. İşte ondan sonra da kıyamet koptu. Geriye doğru savrulan güvenlik, 003 nolu gişeye çarparak durabildi. Durur durmaz da belindeki silaha davrandı. Kaşla göz arasında silahı çekip Rauf’a doğrulttu:
“Çök lan yere!”
Rauf’un buzlu suratı, bir anda bütün bankayı dondurdu. Kahkahalar bıçak gibi kesildi. Kimse bu kadar hızlı bir değişime hazır değildi. Tüm gözler o noktaya döndü.
“Çök dedim lan!”
Rauf’un yeni normalleşen nabzı şimdi birden depara kalkmıştı.
“Çök!”
Sade vatandaşın meraklı gözleri ve tabancanın korku dolu namlusu eşliğinde yavaş yavaş dizleri üzerine eğildi. Ama emrin harfiyen uygulanması bile belli ki güvenliğe yeterli gelmedi. Silahı Rauf’un kafasına yaklaştırdı.
“Sıkayım mı lan? He? Söyle sıkayım mı kafana?”
Rauf, bu soruya cevap verip vermemesi gerektiğini düşünemeyecek kadar dehşet içindeydi.
“Üçe kadar sayıyorum, sonra beynini dağıtıyorum anladın mı lan? Biiir…”
Rauf bir şey söylemek istedi, ama vücudunun en derin yerine kaçan sesini bir türlü bulamadı.
“İkiiiii…”
Hıçkırıkla karışık kesik bir nefes alabildi sadece.
“Üüüüüüüç!”
Kalbinin, kulaklarına hücum eden sesi dışında hiçbir şey duymuyordu artık. Sadece sağ şakağında bir ıslaklık hissetti. Kan mıydı bu? Ölmek böyle bir şey miydi? Elini ıslaklığa götürdü. Oluk oluk bir kırmızılık bekliyordu ama eline bulaşan şey kırmızı değildi. Bir anda etrafta nefes alan her şey kahkaha atmaya başladı. Kafasını hafifçe kaldırdı ve silahın ucundan ip gibi çıkan suyu gördü. Güvenlik, kahkaha şöleni eşliğinde, elindeki zımbırtının tetiğine hunharca basıyor, bankanın her yerine dağılmış, salyalar saça saça gülen güruhu tatlı tatlı ıslatıyordu.
“Hahahahahahaha! Nasıl korktu ama ahahahahahah!”
Rauf’un suratına birkaç fış fış daha yaptı. Dizleri zangır zangır titreyen zavallı adamı kavrayıp kaldırdı:
“E artık şimdi gülersiniz herhalde?” diye kıkırdadı.
Rauf, kamerayla göz göze gelince, vücudunda biriken tüm adrenalini yalandan bir kahkaha atabilmek için harcadı ama kıpkırmızı suratı ve yaşlı gözleriyle sadece bir “ha ha” çıkarabildi. Yine de makine, zavallının haline acımış olacak ki mütevazı bir tıkırtıyla sıra numarasını basıverdi.
Rauf’un yüzü, su tabancasının marifeti ve ecel terlerinin karışımıyla öyle bir ıslanmıştı ki önünü zor görüyordu. Numarası hemen yandı. Kahkahaların arasından yavaşça geçip buzlu camlı bölmelerden birine girdi ve otuz iki tane dişin karşısına oturdu. Güler yüzlü müşterilerini bekleyen İrem Hanım, bu sırılsıklam adamı görünce ağzını güçlükle kapatabildi:
“Ay… Ay… Ay ben de… Hahahaha… Ben de gerçek sandım bir an. Hahahahaha! Ay… Aynı gerçek silah gibi yapmışlar bir de hahahahaha!”
Rauf kahkaha atağının soğumasını beklerken yüzünü kollarıyla silmeye çalıştı. Hemen konuya girmek istiyordu, ama İrem Hanım önce davranarak bir anda direksiyonu kırdı:
“Bir şey diyeceğim, ben sizi izledim galiba?”
“Nasıl?”
“Ben sizin stand-up’ınızı izledim galiba?
“Benim stand-up’ım yok.”
Kadın bunu bir espiri sandı:
“Hahaha… Ay çok iyi… Çok benzetiyorum birine ama… Daha geçen izledim.”
Rauf sessiz kalarak bu tatsız ön sevişmenin bitmesini bekledi. İrem Hanım birkaç seri şaka ile rakibinin gardını düşürmeye çalıştı. Kurşunları bitince önündeki ekrana baktı. Rauf’un vahim tablosunu görünce yine patladı:
“Hahahahahahaha! Rauf Bey hahahahaha!”
Rauf’ta mimik oynamadı.
“Ay vallahi hahahaha! Ay vallahi… Bir sırtınızı açın da bakayım. İz çıkmıştır artık herhalde?”
Rauf boş boş otuz iki dişe baktı.
“Hani borç yiğidin kamçısı ya… Siz bayağı bir kamçılanmışsınızdır!”
Kadın öyle toraman bir kahkaha patlattı ki etraftakilerin dikkati o yöne döndü. Su tabancası numarasıyla tüm bankanın yeni sevgilisi olan vıcık güvenlik de Rauf’un dibinde bitiverdi. Etrafındaki mega sirke rağmen meramını anlatmaya çalıştı Rauf:
“En azından bir kolaylık yapsanız, yani ne bileyim bir yapılandırma?”
Birden yan bankodan biri, üçüncü teker gibi konuya daldı:
“Kardeşim bence sen bu borcu hiç yapılandırma! Hahahahaha!”
Seviye düştükçe kahkaha dozu artıyordu. Rauf, iki kaşının ortasından başlayıp, tüm yüzüne yayılacak şekilde kızarmaya başladı. Suratındaki memnuniyeti asla kaybetmeyen İrem Hanım, bu ilginç bir şekilde güler yüzsüz müşterisine şakalar sallıyor, ama konu ne zaman borca gelse, “biz ona bir şey yapamayız”lıyordu. Rauf’un zaten iyice laçkalaşan sinirleri, yavaş yavaş balata sıyırmaya, şarampole doğru yuvarlanmaya başladı.
“Hanımefendi zor bir şey değil. Yani ben anlatamıyor muyum acaba? Borcumu inkar etmiyorum, tamam bu ödenecek. He, bu borç nasıl böyle oldu inanın ben de anlamadım. Yani benim bir borcum vardı, elde avuçta ne varsa sattım. Sattığımı da geldim buraya yatırdım. Ama bu azalmadı yani, bu… biraz yani… bir…”
Ensesinde yine aynı ıslaklığı hissetti. Arkasında volta atan vıcık, yine su tabancasını fışfışlatıyordu:
“Rauf Bey serinleyin biraz aman motoru yakarsınız böyle heeee!”
Önceki şakasının popülaritesinden kaynaklı, bu devam filmine de böğürtülerle gülündü.
“Kardeşim siktir git şuradan!”
Rauf, bir küfür ne kadar yavan söylenebilirse o kadar yavan söylemişti bunu. Ama yine de sağlam bir kahkaha aldı çevredekilerden. Cıvatalar iyice gevşemişti artık. Komedi ayini git gide hızlanıyordu. Komikler, katıla katıla gülerken, bu duvar gibi adamın neden onlara katılmadığına da hayret ediyorlardı. Başka bir kanal bulmaya çalıştı Rauf. Halkalı burnuyla, oynayan bir ayı gibi onu izliyordu herkes.
“Vallahi ben yanlış bir şey mi yaptım ya? Nerede yaptım söyleyin Allah aşkına? Olmadı, tamam. Ama hanginizin hiç kötü günü olmadı? Ya ben insan içine çıkamıyorum, kaç ay oldu. Karım gitti, çocuklarım gitti, ailem dağıldı lan!”
Arkalardan zirzop bir delikanlı, kendini tutamayıp güldü.
“Neye gülüyorsun oğlum sen? Komik mi? Benim hayatım bitmiş burada! Yok ulan yok işte. Yapamadık. İlla yalvarayım mı size ya? Onu mu istiyorsunuz, ne istiyorsunuz? Ulan hayata küstürdünüz be. Daha amına koyduğumun ana parasına bile gelemedik. Ben kaç yıldır bunu ödüyorum. İcra memuru yolluyorsunuz kapıma sabahın köründe. Yok ulan ne alacaksın zaten. Canımı mı alacaksın? Dileneyim mi size ne yapayım? Ne istedim ben ya?”
Herkes sırıtarak tiratın bir yerinde büyük bir espiri patlamasını bekliyordu, ama Rauf devam etti:
“Borcumu silin de demiyorum ki. Bir kolaylık yapın yani. Vallahi ben sabah uyanmak istemiyorum artık ya. Bitti benim ömrüm mömrüm, ailem, eşim, dostum kalmadı hiçbir şeyim kalmadı, canımı da mı vereyim be! Yakamdan bir düşün Allah aşkına! Ya Allah aşkına bir çoluğumu çocuğumu…”
Tam bunu derken, uzun zamandır bu kadar uzun konuşmamış olan Rauf’un sesi inceliverdi. Sanki herkes bu zavallı, sinek vızıltısı gibi çıkan, ince, garip ve zayıf vıyklamayı bekliyordu. Görülmemiş bir volkan gibi patladı kahkaha. Bir iki kişi ince sesin taklidini yapmaya çalıştı. Manyaklar gibi gülüyordu herkes. Gülmekten kızaran güvenlik, su tabancasının tetiğine asıldı ve Rauf’u yıkamaya başladı. Rauf, beklenmedik bir yumrukla su tabancasını veznenin camına postalayıverdi ve vıcık adamın yakasına yapıştı:
“Nesi komik lan bunun? Nesi komik!”
Bir nefeslik kesildi kahkaha, ardından kaldığı yerden devam etti. Rauf adamı yere serdi. Debelenmeye başladılar. Bir yandan boğazı sıkılırken, bir yandan da kıpkırmızı gülüyordu vıcık. Kendini toparlayıp Rauf’u attı üzerinden. Komikler, onları çevreleyip bir ringe dönüştürdü ortalığı. Kahkahalar tezahürat gibi gümlüyordu. Bulduğu ilk sandalyeyi adama fırlattı Rauf. Çevik bir hareketle kaçtı adam. Saldırmıyordu Rauf’a. Sadece onun güçten düşen kollarından gelen cılız yumrukları sağa sola savuşturuyordu. Rauf, son kuvvetiyle boğazına yapıştı adamın. Ama gücü yetmedi. İki hareketle kurtuldu adam ondan. Sonra da pelte gibi kalan vücudunu tek eliyle itti. Rauf, hemen arkasındaki küçük sehpaya takıldı. Bir iki kez sendeledi. Dengesini tamamen kaybetti. İrem Hanım’ın masasının tam köşesine geçirdi kafasının arkasını. Çuval gibi yere yığıldı. Bir iki kez titredi. Sonra hareketsiz… Kahkahalar yavaş yavaş azaldı. Çember biraz daraldı ve gözler, yerde yatan adamı izlemeye başladı. Son bir şaka bekliyordu herkes ondan. Bu gösteriyi unutulmaz kılacak bir son darbe. Kafasının arkasından oluk oluk bir kırmızılık yayılmaya başladı. Bu sefer gerçekten kırmızıydı. Komikler, espirinin nerede patlayacağını bekliyorlardı büyük bir iştahla. Bir süre daha izlediler. Kırmızılık yerde yürüyordu. Beklediler… Beklediler… Yerdekinden hiçbir hareket gelmedi. Büyük bir sessizlik sardı ortalığı. Sonra aralarından biri, bu sessizliğe kıkırdadı. Ve hep birlikte çılgınlar gibi gülmeye başladılar.