Gözümü açtığımda nispeten boş vagonda sessizliği vurdumduymazca katledip avazı çıktığı kadar bağıran kişi; takribi altmış yaşlarında, bıyıkları sararmış, kaşları çatık, üstünde uzun kahverengi pardösü, pardösünün sol üst cebinde kurumuş karanfil, kafasında çevresi soyulmuş siyah dedektif şapkası, yüzündeki çizgiler izohips haritasını andıran, çok sesli, tek kişilik, ihtiyar bir Amcaydı.
İrkilerek uyandığınızda beyin algılamakta birkaç saniye zorluk çeker. Bende bu durum, stresimin boyutu ve kafamın içinde toplu sünnet düğünü yapan tilki ve fil sayısına göre birkaç dakikayı bulabiliyor.
Çok sesli Amca telefonu kapatırken:
“TAMAM KANKA, ÖPTÜMMMM…” dedi. Yüzünde tiksinti uyandıran bir mimik, sinir bozucu neşeyle. Bakışımı fark etmiş olacak ki tuhaf bir şekilde yaşının ağırlığıyla dönerek açıklama yapma ihtiyacı duydu:
“Yaşayan tek arkadaşım. Yaşı ile ilgili biraz sorunları var. Kabullenemiyor yaşını. Kulakları da iyi işitmez. Ben de suyuna gidiyorum napayım. Rahatsız etmedim inşallah?”
Mecburiyetten bu kadar bağırmasını anlayışla karşılayıp kaldığım yerden uyumaya devam etmek istedim. Sağ yanımda duran tutacak koluna hafif terli kafamı yaslarken Amca, tüm azmi ve merakıyla beni dürterek sorusuna cevap vermediğimi hatırlatma zahmetinde bulundu.
“Bir şey demedin evlat?”
“Hayır Amcacım! Belki diğer insanlar biraz rahatsız olmuş olabilir!”
Kafasını kafama doğru yaklaştırıp, gözlerini kaçırmadan dikine dikine bakan bir ihtiyar ne kadar tehlikeli olabilirdi ki?
“Boş versene.” dedi kötü bir poz kesip. Ardından sesini herkese duyurmak istercesine:
“Baksana, bunların hepsi muşmula suratlı. Öyle bön bön bakıyorlar.”
Parmağının ucundan hiza alarak işaret ettiği sağ çaprazımdaki teyzeyi göstererek:
“Bak bak şuna bak mesela! Karga! Başka bir şey değil. Karga… Sen kargayla tavus kuşunun hikâyesini bilir misin? Nereden bileceksin ki? Sana kendin için zerre kadar fayda sağlamayacak bir şey sorayım, hemen bilirsin! Ah bu çağın düzeni Ah! Abuk insanlarla dolu…”
Tekrar keskin bir kafa hareketi ile bana:
“Sen de onlar gibisin. Baksana. Islak ekmek içi gibi bakıyorsun. Ümitsiz!”
Belli bir yaştan sonra insana düşünmeden, hoyratça konuşup özgürce hakaret etme hakkı veriliyor sanırım. Emekli ikramiyesi misali…
Sert bir karşılık vermeli mi vermemeli mi?
İşte bütün ahlaki sorum bu!
“Anlamadım Amcacım! Sen de derken?”
“Ben bu yüzü tanırım evlat. Ya ayak uyduramadığında ya da başta kendin olmak üzere her şeyden vazgeçtiğinde oturur bu yüz insanın suretine. Senin de halin yaman!” dedi deli derviş.
Ben Amca’ya, Amca bana, tabiatta karşılaşmış iki yırtıcı gibi bakarken, bir anda trenin hız düşürmeye ve ayakta duranların “Bayrak” reveransı yapmaya başlamasıyla kontrolsüz bir kaosun içine düşmeye başlamıştık. Tren durduktan sonra önce kesik kesik, ardından tek bir ağızdan başlayan “rabarba” orkestrasını koridorda yankılanan ses böldü.
“Bir sonraki istasyonda yaşanan intihar girişiminden dolayı, seferimiz biraz gecikmeli devam edecektir.”
Uyarı yeni bir kontrolsüz ciyaklamaya sebep olmuştu.
Azılı ihtiyar bir anda ayağa kalkıp kamuoyunu aydınlatmak için avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:
“ARKADAŞLAR! ARKADAŞLAR! DOSTLAR! LÜTFEN HERKES BİRAZ SAKİN OLABİLİR Mİ?“
Sesi yetkili biri gibi gelmiş olacak ki, insanlar kademe kademe desibeli düşürdüler.
“Bakın, evet burada biri intihar etti, hiçbirinizin cesaret edemediği şeyi bir kişi korkmadan, çekinmeden eyleme geçirdi! Ve hepimizi gideceğimiz yere varmadan önce bir kez olsun düşünmeye teşvik etti. SESSİZLİK! Her sabah birçoğunuza dikkat ediyorum koştur koştur bir hengâme içindesiniz. İpini koparmış deli taylar gibi oradan oraya koşuyorsunuz, yetişmeye çalıştığınız bu yolun sonunda ne yazık ki ölüm var! TAMAM! Az biraz dürüst olun ve acilen kendinize gelin! DELİRDİ İNSANLAR BU YÜZDEN! Evet, gideceğimiz yere biraz gecikmeli olarak gideceğiz fakat görünen o ki, koşmanın bir anlamı yok! Az önce ölen kim bilmiyoruz; ama kimse arkasından “Çok iyi koşuyordu veya rahmetli bir yürürdü ki sorma tay gibiydi!” demeyecek! Ölüm gerçeği bir kez daha tüm benliğimizi sararken, sizin gibi medeniyetimizin baş düşmanı hayal yoksunu insanlar, bizle…”
Arkadan çok sert, öfkeli, tok bir ses Amca’nın sözünü jülyen kesti:
“Ya dayı! Lan ne anlatıyorsun sen ya! Niye kafa açıyorsun sen dayı? Neden lan!?”
Cümlesi lime lime edilen Amca, öfkeden deliye dönen gözleri ile adeta kendince zamanı yavaşlatıp, ağır ağır arkasına dönerek parmak uçlarına yükselip sesin geldiği yere doğru bakarak kurbanı arıyordu. Bir anda ihtiyar horozlandı:
“Bana bak ulen İT!”
Ses yankı yaparcasına aynı hızla geri sekti:
“Ne var lan dayı! NE VAR!” diyerek, cümle kalabalığı yararak gelen, ergen irisi bir ergen; Amca’ya yaklaşıyordu. –Sabah kahvaltıda isterse 1,5 porsiyon insan yiyebilir cinsten.–
Üzerine gelen GDO’lu aslanın heybetinden olsa gerek, yaralı ceylan misali hızlı bir manevra ile avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı yine ihtiyar horoz:
“TANSİYONUM VAR BENİM! TAMAM! OKEY!”
Birkaç adım geriden eliyle dizginlemeye çalışıyordu iri kıyımı. Sağ elini pantolonunun kemerine atıp:
“Bir adım daha atarsan, hiç gözünün yaşına bakmam, üzerine işerim LAN!”
Gayet ikna edici bir söz. Bariz bir fanteziniz yoksa bir ihtiyarın üzerinize işemesini asla istemezsiniz.
Dağ irisi rakibini deli olduğuna çok kısa sürede ikna eden Amca, gösterisinin kapanış bölümünü bitirmek için tutacaklara tutunup iki ayağını olabildiğince ayırıp haykırdı:
“DEAR PASSENGERS, NEXT STATION IS A MURDER STATION! HAVE A SAFE JOURNEY!”
Tertemiz, nev-i şahsına münhasır, mis gibi katıksız bir Deli…
Tren biraz sonra tekrar hareket etmeye başladı. Krizi fırsata çevirerek iki kapı öteye kaçtım.
Deli yüreğim ve deli mıknatısı varoluşumdan mıdır bilinmez, güvenli limana yanaşırcasına arkamda bitti ihtiyar. Çaktırmadan telefonu çıkarıp biriyle konuşur gibi, elimden geldiğince sert ve başıbozuk bir imaj vermeye çalıştım. Daha da inandırıcı olacağını düşünerek, ağzımdan salyalar çıkarcasına telefonun üstüne bağırarak kapattım.
“Buradaki başarısız mini gösterim, tamamen korku-öfke karışık, çaresizlik ve biraz da rezil olmayı göze alabilmeyi içerdiğinden, sizlere kesinlikle tavsiye etmiyorum. Bırakın evi, içinizden bile denemeyin!”
Tren perona yanaşıyor. Hemen inip, kalabalıktan istifade ederek diğer kapıdan tekrar binip hem İstanbul’un kalabalığına hem de vagonumuzun delisine Maradonavari şık bir çalım atabilirdim. Başarabilirsem küçük bir zafer kazanacağım İstanbul’a karşı. Nefesini sinsi sinsi enseme fırlatırken, dalgın gözlerimin, kapı yansımasından ihtiyarı fark etmesi bir oldu. Kulağıma eğilip:
“Kimseyle konuşmadığını ben, sen ve (eliyle kalabalığı göstererek) onlar çok iyi biliyor. Ama korkma aramızda.” Ense kökümden, ruhuma üflüyordu sanki.
Niyetimi anlamış olacak ki hemen yanıma yanaştı. Ceketinin cebinden mini bir el broşürü çıkardı. Çevik bir hamle ile elime tutuşturdu. Açılan kapının önünde durup ellerini havaya kaldırdı ve bir vagon dolusu halkına son kez seslendi:
” ULAN BAS BAS BAĞIRIYORUZ! KONNEKTİNG PİPIL, ARKADAŞ!”
Son haykırışı ile Cesur Yürek’in Wallace’i gibi kendinden emin, profesyonel, ışık saçarak ve cebindeki diğer broşürleri gelişi güzel fırlatarak gösterisinin son repliklerini sindire sindire haykırıyordu:
“Konnekting pipıl ulan! Arkadaş, konnektir! Sizi küçük Matrix böcekleri!
KONNEKT OLAMAYAN DİSKONNEKT OLUR! O KADAR!”
Bir süre sonra gözden kayboldu.
İlgi çekici ve performatif bir deli ile karşılaşmayalı uzun zaman olmuştu. Gözden kaybolduktan sonra gelen rahatlama hissi yerini bunca zamana kadar zerre faydasını göremediğim yoğun merak duygusuna bıraktı.
Klasik kebapçı broşürü kalitesizliğinde, kapağında o ve onun gibi birkaç delinin olduğu bir doğaçlama gösterisinin amatörce hazırlanmış bir broşürüydü bu.
“KONNEKTİNG PİPIL!”
Arka sayfada, mini bir manifesto yazısı gösteri saati ve yeri yazıyordu:
“Yalnızlık sadece arkadaşın yokluğu değil, bağlantının da yokluğudur. Sürekli değişen, dönüşen bu cinnet ortamında, yüzler denizinde; başıboş, yapayalnız kalıp anlamlı etkileşimden mahrum bırakıyoruz kendimizi.”
Yer: GÖZTEPE ÖZGÜRLÜK PARKI
ZAMAN: HER SALI SONRASI ve PERŞEMBE ÖNCESİ
GİŞE: 19No’lu Bank.
NOT: 18’den hemen sonraki bank cezalı olduğu için, 19 numara ondan bir sonraki banka verilmiştir. Dikkat ediniz. Bilet iadeleri yapılamaz!
İhtiyar deli veya velinin arkadaşlığa yüklediği anlam, her boyutuyla düşünüldüğünde aynı neticeyi veriyor.
Dedemden sık sık duyduğum “Kişi Refik’inden azar!” sözünü referans alarak bugün şahsen tanışma şerefine nail olduğum pek kıymetli Deli Amca Bey’in arkadaşlarını merak etmiyor değilim.
Kim bilir belki ismini vermek istemeyen bir arkadaşımla (Çağlar), salı sonrasını ve perşembe öncesini denk getirebilirsek seve seve KONNNEKT oluruz.
Gitmesek de önemli değil.
Bu uğurda nice yiğitçe atılımlar; Disconnectus erectus’ta takıldı kaldı.
Biz de öyle, üşeniriz muhtemelen…
Netice Dedem de haklı… Deli’de…