Evimde zeytinyağı, içimde huzur, bitmesi gereken işler için zaman ve aceleyle çıktığım için kıçımda donum yok. Önem sırasına göre, Zeytinyağı birinci sıradaydı. Bu yüzden çaldım Necdet amcanın kapısını…Bu defa pek janti karşılamadı beni. Dağınıktı. Tahminen, yarım saat önce uyanmış veya ağlamış gibi bir hâli, alışılmışın dışında bir sakinliği vardı. Açıkçası çok durmadım üstünde.

“Misafirim var, yemek yapacağım. Varsa bir bardak Zeytinyağı alabilir miyim Şef?”

Zamanım kısıtlı, uzun bir aradan sonra yemek yapacaktım. Hala nasıl yenmesi gerektiğini bilmediğim,
Gürcü mantısı yapacağım misafirime. Evde bir kadın olduğunu öğrenmişti;

“Dün Melihamın sene-i devriyesiydi.25 yıl oldu.” Dedi. Muhtemelen ağlamış olabilir.

“Tekrar başın sağolsun Şef. Allah rahmet eylesin” dedim. “Nake Axi” tişörtüm ile bu dileğimin karşılanma olasılığını düşündüm çok kısa. “Sağol Piyade. Gel içeri geç.” Mutfağa doğru peşi sıra ilerledik.

“Kabullenmekten kaçtığım her şeyi tekrar tekrar yaşayıp, cezasını ödemek de kaderim oldu.. Aynı yerde saydım durdum… Sonra bir daha işleri toparlama şansı vermedi hayat. Benimle mi uğraşacak! Meliha’mın ölümü. 25 koca yıl… ‘En fazla bir yıl sürer yirminci asırda ölüm acısı.’ Yalan. Yalan söylüyor pis komünist!”  

Mutfaktan, misafir odasına, oradan salona geçtik. Salonda duvarda asılı duran eşinin fotoğrafına bakıp derin bir ah çekti;

“‘Ne doğrarsan aşına, o gelir başına!” derdi Meliha’m. Bir fırsat daha verilse iki hatamı telafi etmek isterdim. Galiba ölene kadar da bununla yüzleşmekten kaçacağım. Bizim vakit artık sayılı!”

“Allah korusun Necdet Amca.” Diyebildim sadece. Sırıtarak yüzüme baktı;

“Vakit doluyor yavaş yavaş.  Meliha ,gel artık diyor!”

“Ya nereye gidiyorsun Allah aşkına! Sen beni de gömersin Şef!” Dedim. 

“Allah bana bir kişiyi daha gömmeyi nasip etmesin piyade! Kalbim yeteri kadar şişti. Bakma böyle osuruğum cinlidir ama zamanında yüzleşmekten korktuklarım, ihtiyarlayınca, ölüme terk etti.” 

Şefin tek çocuğu var. Talat ağabey. Şef’in söylediğine göre, Yenge hanım biraz azarlamış Talat ağabeyi. “Çocuklar, babanın yanında saçma sapan şeyler öğreniyor” diye. Göndermemiş torunları.  En son bayramda gelmişti torunları onda da türlü türlü bahaneyle çocukları alıp adeta kaçmıştı.“Kendisi gibi asker yetiştirmeye çalışıyor” demiş

“Benim büyük torun, yutup da kanal açacaktı bana. Program yapacaktık!” 

Bir tarafım; “Bir sen eksiktin!” Derken, bir tarafımda onun yalnızlığına yakınlık duyuyordu. 

“Şef ayıp ediyorsun! Ben açarım sana kanalı takma kafana. Hatta reklamsız üyelik yaparız, Skip Add derdinde olmaz.”

Boş bulundum…Yine Harbiye ciddiyetiyle çattı kaşlarını… Zaten yine gaza gelip söz verdim…

“Skip Add; Reklamı geç, geçmişi sil / Temizle gibi anlamlara geliyor Şef.” Sesim yavaş yavaş söndü.

“Şefim, hiçbir şey senden değerli değil, canını sıkarlarsa, Skip Add!” Deyip, gülmeye başladım…

-Freni patlamış kamyon gibi gidiyorum – 

“Ulannn… Şimdi anladım….Ne adamsın ya! Allah da seni güldürsün!”

Tereyağının sıcak tavada eriyip yayılması gibi, Şef’in kahkahası da bir anda genişleyip her tarafa yayılmaya başladı… Ve evet acıktım. 

“Şef ne anlatmak istiyorsun kanalında?”

“İnsanın yüzleş/e/mediği arazları vardır Piyade… Korkuları ve Gerçekleri!” Bir anda her cümlenin altını çizerek  bağırmaya başladı; 

“BÜYÜK ŞEF’İ ANLAMA KILAVUZU” ben tüm tabuları yıkmaya geliyorum! İsmet Paşa, senin desteğin, benim HARBİYE tecrübemle, tabana yayılacak! Kahrolsun Talatlar! YAŞASIN BÜYÜK ŞEF!

Anlamsız bir öfke vardı yüzünde. Berjer’e oturdu; Kendi kendinin katalizörüydü. Bir anda parladı;

“Torunlarımı göndermediler. Ben tüm notlarımı toplamıştım. Bugün onlarla olacaktım…. Bitli piyade! Sen bana yardım edeceksin! Son Harbiyeli arkadaşlarıma ve onlardan sonrasına rehber kanal olacak! Benim yüzleşmekten, korktuklarımdan onlar korkmayacak. Yüzleşmek faslını geçtik zaten… O iki büyük hatanın cezasını çekiyorum şimdi!”

İlk defa bu kadar öfkeli görüyordum. Yine de hayal kırıklığı yaşasın istemedim; 

“Valla şef, alıcısı olur mu bilmem… O tarz mecralar biraz daha eğlenceli içerik üretenleri destekliyor… E kalkıp bu yaştan sonra elinde kamera sağa sola şaka yapacak halin de yok…. Belki İsmet değil, Mustafa Kemal’e çalışırsan olabilir… Gerçi orayı da başkaları kaptı ne yazık ki. Büyük kaldırdı herifler… 25 bin liraya kitaplar satıldı falan… He sen istersen, Enver’e kadar da git. Sen bilirsin ama başına iş çıkarma” 

Sinirden kıpkırmızı oldu. N’oluyor anlamıyorum. Keskin militarist havanın yarattığı korkuyu o an hissettim… Ayarlarını bozmuşlar belli;

“Sen, koskoca Büyük Şef’e saygısızlık mi yapıyorsun Hadsiz köpek! Sizin bu vatan üzerinde kurduğunuz kirli emellerinize, izin verir miyiz sandınız!”

Tabiatta karşılaşmış iki yırtıcı gibi bakıyorduk birbirimize. Ben daha çeviktim. Bir anda Berjere oturttum;

“Şef kendine gel! Siizin devriniz biitti! Hülyalara kapılma!  Adamlar, uçan araba yapıyor! Bi’turda sizin kahrınızı mı çekelim, sonra sizden intikam almak için gelenler olsun, sonra ondan da, bu böyle silsile devam! Bizim günahımız ne ya! Yüzleşin lan artık kendi gerçekliğinizle! Götünün kılları kadayıfa dönmüş, hala bomboş işlerle uğraşıyorsunuz! Kabul et, emeklisin sen!”

Şok etkisi önemlidir. Algı açar, yüzleştirir. Şef, berjerde hareketsiz duruyordu.
Coen kardeşlerin aksine ihtiyarların başımızın üstünde yeri var ama Şef hareketsiz.

“NECDET AMCAAAA!” diye bağırdım. Bu dairede desibel rekoru kırmış olabilirim. Yere sabitlediği gözleri kaldırdı;

“Meliha’m söyledi dinlemedim.. Meliha bana kırgın gitti. İkimiz de yanıldık.”

Aynı mekanda, farklı zamanlara şahitlik ediyorduk.

“İsmet Paşa.. O da benim gibi yanıldı. Çok sevdiği Talat, iki kere darbe yaptı. İsmet Paşa önce affetti sonra astı!  Meliha, hastaydı. Doktorlar, bir doğum hakkı verdi.  Hep kız olsun istiyordu. Aldırsaydık, belki bir şansımız olabilirdi. Günah dedim, doğurdu. Talat koydum adını… Sonra bir daha çocuk da nasip  olmadı. Meliha’m bana kırgın gitti… Asker de olmadı pezevenk! Lanet bir karıyla evlendi, önce evimi aldı, şimdi de torunlarımı… Büyük Şef de yanıldı.. Ben de.

Necdet Amcanın, otuz yıl boyunca yüzleşemediği kibir, derin bir, yalnızlık ve pişmanlık olarak geri dönmüştü.
 
“Ailenin her türlüsü Orta Doğu’ya benzer!” diye boşuna dememiş yazar.

Mutfaktan, zeytinyağı alıp, çıktım.
Apartmanda Talat ağabey, eşi ve çocuklarıyla karşılaştık. Yenge, Şef’in en sevdiği keki yapmış, Talat ağabeyin elinde Şef’in ilaç poşeti, çocuklarda dedelerine koşuyorlardı.

Şef, gayet normal şekilde kapıyı açıp, torunlarını ve gelinini içeri büyük bir sevgi ile karşıladı.
Torunlarına sarıldı, gelinini öptü. Çocuk gibi mutluydu.

Talat, sarılmak için açtı kollarını, Şef sırtını döndü, içeri gitti…

Yüzleşmekten korkup, kabullenmekten kaçtığınız gerçekler,
Kalbinizi “Block”lamadan, siz onları “Skip Add”ın!

Kategori: