Yirmi yıllık berberimden vazgeçme sebeplerinden biri de elleriydi. Ellerindeki sigara kokusu…
Bu olmasa bile ellerinde iş bilir bir hal yoktu. Bunu yeni fark ediyordum. O iş bilmez hali herkes hemencecik anlayabilir. Maharetli eller kendini hemen gösterir çünkü. İnsan görür, anlar o eli. Öpmek istersin o eli. Bokla haşır neşir olsa bile öpmek istersin. İş bilir çünkü…
Hiç de geldiğime sevinen bir yüzü yoktu berberimin. Bana yaklaşırken, ayağını yere ağır ağır sürmesi, beni derin düşünceleri zerk ederdi. O sıra zaten sessizlik olur, gözlerim, bana bakan gözlerimin içinde kaybolurdu. Son birkaç yıldır bu sebeple, tıraş olmaya gitmek, aslında yazmaya çalıştığım yeni şiirime çalıştığım bir yer oldu. O isteksiz ve o iştahsız haliyle ayağını yere yavaş yavaş sürdüğü an; aynada onu izleyen gözlerimin, gözlerime denk gelmesi, bir sebeple şiirime yeni laflar aramaya başladığım müthiş, kıymetli anlardan biri oldu. Kendi gözlerimin içine bakarak kaybolduğum ve hayale kapıldığım anlar çok da uzun sürmezdi. Bu anlar o kadar kısa ve kıymetli olur ki, yirmi yıldır vazgeçmediği sorusunu sorar ve böler müthiş uykumu:
-Kardeşim, n’apalım?
-Abi, işte yine her zaman ki gibi.
-Her zaman ki gibi?
-Evet abi…
-Yani kesiyo muyuz?
-Abi, işte genel bi toplayalım, diyorum.
-Sakallara dokunacak mıyız?
-Dokunalım abi. İşte o da yine her zaman ki gibi. Yanlarını kısa yapar, altları da daha bi k…
-Tamam, dur, saçı bi keselim. Sonra…
-Tamam abi…
İnsan sanırım bir diğer insanı kaybetmeyeceğini anladığı an, ona karşı farkında olarak ya da değil -bilmiyorum asla- acımasız ve umursamaz olabiliyor. Hissettiğim bu…
-Baba n’apıyor?
-Aynı abi. İyi işte n’apsın. Öyle…
-Kardeş?
-İyi abi. İzmir’de o da. Öyle…
-İyi…
-Evet abi.
O sırada, parmaklarındaki sigara kokusu geziniyor kafamın tepesinde. Ensemi tıraş etmek için parmaklarıyla iterken kafamı, asla kibar davranmıyor. Ayva gibi hissediyorum. Gözlerimi olabildiğince aynaya dikiyorum. Kaşıma değecek gibi bakışlarım. Ağrı da yapıyor… O sıra;
-Abi, ense homojen olursa…
-Homojen?
-Şey işte normal yani. Böyle halının kenarları. Geçişli gibi…
-Ne o? Natural mi diyorsun?
-He, abi, evet. Natural işte…
Kesmeye devam ederken, ayağını süre süre diğer berberin yanındaki tezgâha doğru ilerliyor. Gözlerim aynadan onu takip ediyor sürekli. Götünü ve ayaklarını yani. Ayağını yere sürterken götü de bir tuhaf görünüyor gözüme, kendi de… Son tıraşta anca fark ediyorum… (Ben insanları götünden tanıyabiliyorum çünkü…)
-Homojen ne?
-Natural demek istedim.
-İlk defa duyuyorum. Haha…
Tıraşımı olurken, aynada bir şey fark ediyorum. Bana çok benzeyen bir şeyi. Kendimi… Kendimi fark ettiğim an öyle midem bulanıyor ki, gözümün önünden birçok şey geçiyor. Misal, yazmaya çalıştığım son şiirim. Makasın birbirine değdiği an saç değil, kelimeler dökülüyor çıt diye:
‘’Nefesi kokan bir adamın sigarasını yakıyorum Saadet Sokak’ta -bu sizi rahatsız etmesin-
Kime yazılıyor bunun vebali
düşünüyorum
Ellerim cebimde ve köhne bir bakış takınmışken etrafa
Bilmiyorum
Bilmiyorum hiç
Beni çok güçsüz ve çok eski bir yara iziyle
Tekrar bu caddeye sürükleyen tahayyülü
Neydi ki korkunç güçsüzlüğün ardına sığındığım his
Ve ne kadar doymuş olabilirdi bu caddenin kedileri
Umursamıyordu caddeden pürtelaş gelip geçenleri
Önlüğündeki kana aldırmayan bir kasap’‘
-Baban maçlara gidiyor mu yine?
İnsan öfkelenince babası olan insana bile küfredebilir. En uygun cevap şu olabilirdi:
-Babamın amına koydurma şimdi! Kes şu saçı sakalı artık…
Ama olmadı tabii…
-Yok, bayadır gitmiyor. Evde izliyor dijitürk.
-Yaşlandı yani he?
Biraz keyiflendi sanki. Yüzüne kan, renk geldi. Açıldı… Kestikçe rahatlıyordur belki. Tansiyonu, şekeri falan. Olur ya… Hoş, babamı gerçekten merak ediyor olabilir fakat babam, muhtemelen paralı dönemleri sona erdiğinden beri sizin yüzünüzü bile görmedi. Bi on yıldır falan herhangi bi berber ve çırağına tıraş ettiriyor kendini. Çünkü zaten kel. Mühim olan bıyığı. Onu da, kötü kesseler bile umursamıyor. Anlamıyor doğrusu. Ben fark ediyor ve kızıyorum. Çünkü iyi bir bıyığı olduğunu düşünüyorum. Ancak babam pek oralı bile olmuyor. Nereli hiç bilmiyorum… Yani, babamın başının yanlarını ve ensesini, eli makas tutan herhangi biri kesse ona yetiyor. Size maskeler hatta manikür pedikür yaptırdığı dönemler çoktan geçti gitti, diyorum, içimden, berbere…
-Bilmem…
Kendimin kıymetini. Yine kendi gözlerime bakarken fark ediyorum. Tılsımlı!
-Nasıl saç?
-İyi abi baya…
-Sakala napcaz?
-Yanlar kısa, altları da aşağısının yukarısına doğ… (bölünür)
-Du… du bi!
Seni yirmi yıla yakın tıraş eden adamın her defasında, o nasıl, bu nasıl, şu nasıl olsun, sorularını soruyor olması müthiş sinir bozuyor ve sinir bozulmasının ötesine falan geçiyor. Cinnet geçirmek istiyorsun. İşte, diyorsun, değerinin olmaması bu herhalde. Göz göre göre falan hem de. Her tıraşta değerimi tıraş etmiş. Yemiş, bitirmiş ulan, herif beni… Orospu çocuğu!
Saçımı da güzel falan kesmiyor. Eskiden beri herkese alıştırdığı bi kesim var. Yapıyo onu, yolluyo. Tıraş asla yirmi dakikayı geçmiyor. Özensiz, biçimsiz olduğunu saçlar uzadıkça daha iyi anlıyorsun. Bazen de, fena kesmediğini düşünüp, bir haftaya, diyor, epey güzel olacak. Bense nasıl olacak asla bilmiyorum…
O gün, aynada göz göze geldiğim gözlerimden ayırmıyorum gözlerimi. Kararımı veriyorum. Zor falan değil yahu! Becereceğim bu işi. Ne muhabbet, ne sohbet. Ne kardeşimi merak ediyor orospu çocuğu, ne de babamı. Zaten hiç de istemiyorum merak etsin kardeşimi, babamı. Canı cehenneme. Bırakıyorum, diyorum, bırakıyorum ulan sizi! Diğerini de kastediyorum çünkü o da tıraş etti beni bir süre. Buna, bu puşta nasıl kaldık bilmiyorum. Hatırlamak istiyorum bi ara. Bulamıyorum… Belki, hep diğerine olsak tıraşı kurtarırdık, diye düşünüyorum. Mevzu hiç de buraya kadar gelmezdi hem. Mütevazı diğeri. Biraz ince. Ama bi haller var onda da. Piç kurusu! Son dükkanı açtıklarından beridir, yani taşındıklarından beri bi tuhaf orospu çocuğu. Neyse ne… Sözlerime devam ediyorum, cüzdanımda parayı ayarlarken, yavşaksınız ulan, diyorum, Allah’ın belaları! İçiniz çürümüş! Küçüklüğümü biliyorsunuz, ulan, diyorum bağıra bağıra! O an, ağzımdan tükürük fışkırıyor, gözüm burnumun ucunu görüyor. Şaşıyım. Tükürüğü izliyorum, farkına varıyorum yani. Lahza o. Cüzdandan parayı hâlâ çıkaramıyorum. Tükürük meğer cüzdana düşmüş. Heh, alın, alın, ulan paranızı da pulunuzu da! İstemiyorum sizi, istemiyorum tıraşınızı da! Amına koduklarım! Kafamı sikip attınız, ulan, döktünüz kafamı sıkıntıdan! -saç o- Ellerinde makas ve tarakla bana bakıyorlar öylece. Dükkanın ortasındaki kolonda ayna var boydan boya. O aynadan da görüyorum ikisini. Şimdi o aynadan bakıyorum onlara. Dört kişi oluyorlar ellerinde makas ve tarakla. Daha da fazlalaşıyorlar. Aynı aynadan kendime bakıyorum. Ben de fazlalaşıyorum birden. Param da fazlalaşıyor. Tıraş bedavaya geliyor. Dükkana sığmıyoruz sanki. Sokağa taşıyor gibiyiz. Bilinçli bir taşkınlık. Beynimde dönüp duran kelimeler gibi oluyoruz. Bazen iyi, bazen kötü. Of… Hızlanıyor musunuz sizde? N’oluyoruz asla bilmiyoruz derken, bir ses geliyor, gelmesin istiyorum ama cevap vereceğim, biliyorum:
-Nası?
-İyi abi. Sağ ol ya…
-Daha fazla inceltmiyorum çok kısa olur o zaman. Sen öyle sevmiyosun.
Benim öyle sevmediğimi biliyor…
-Aynen…
-Sıhhatler olsun paşa.
-Sağ ol, abim.
Saçımı, sakalımı yıkamayacak mısın bok herif!?
-Saçı yıkayayım mı?
Oh… Yıka tabi, yıkayacaksın, diyorum, bok herif! Bok herif, dediysek alınma… Sert ve sinirli biriyim. Biliyorsun işte… Yüzümü, gözümü, burnumun kenarını, en önemlisi de kulağımın içini kıl ettin. Ne bok yemeye çıkacağım kafam yıkanmadan ben dışarı he? Emredersin, takılmıştım, diyor. Haydi, diyorum… Hızlan biraz…İşim, gücüm var…
-Yıkayalım abi ya… Eve gitmeyeceğim. Karşıya geçcektim de…
-Eğil…
Kendi paramla hem yalan söylüyor, hem duygusal bir şiddete maruz kalıyorum. Şiiri de bitiremiyorum yine… Eğiliyorum… Belim açılmasın, götüm görünmesin diye tişörtü içime sokuşturuyorum. Suyu ısıtmak için akan suya işaret ve orta parmağının içini birleşik şekilde uzatıyor. Su ısınınca eğilsem olmaz mı? Ne diye eğiyosun beni erkenden… Çok mühim değil, diyorum, çok ısıtma abi. Kafamı bastırıyor akan suyun altına, ıslatıyor her yerini. Sabunluyor bir güzel. O an, çok mutlu oluyorum. Sigara kokusu da yitip, gidiyor parmaklarından. Seviniyorum onun adına, mutlu oluyorum çok. Parmaklarını suratıma, burnuma, dudaklarıma değdiriyor. Oh! Kuru dudaklarımda az evvel izmaritini bile içtiği sigarayı tutan parmakları geziniyor. Ah, ulan, diyorum, ah! Sahiden bırakıyorum sizi. Lavabonun giderinden akan suyu izliyorum. Köpüklü, kıllı, döne döne akan; azalan, çoğalan, akıp giden suyu… Ben de öyle yitip, gidiyorum… Kafama havluyu sarıyor, çekiyor gerisin geriye. Sırtım vuruyor pat diye berber koltuğuna. Yüzümü gözümü iyice, bastıra bastıra, çok kabaca kuruluyor ve çekiyor havluyu. Parıl parıl her yer… Uyanıyorum…
Ne güzel olmuş. Begendim